Thursday, May 31, 2007

Sandalet ve Topuklu ayakkabı


Herşeyin tarihçesini çok merak ediyorum...! Bugünde kendime ayakkabı araştırırken ayakkabının tarihçesini daha doğrusu sandaletin tarihçesini merak ettim ve öğrendim... Tabiki fotoğraftaki Camper sandalet ayrı bir dünya... Camperin modellerini çok beğeniyorum... neyse gelelim sandalet ve topuklu ayyakabıya...

SANDALET
İnsanın atası Neanderthal adamının, zor iklim koşullarından korunmak için yapabileceği fazla bir şey yoktu. Ayağını sert dikenlerden, keskin taşlardan korumayı ilk ne zaman düşündü tam olarak bilinmez; ama ayakkabısını ağaç kabuklarından, sert yapraklardan yaptığı biliniyor.

Sandaletin ilk olarak Asya ve Mısır’da ortaya çıktığı ve dünyaya bu uygarlıklardan yayıldığı tahmin ediliyor. Mısır, Sümer, Pers kabartmalarında ve resimlerinde görülen düz tabanlı, çapraz bantlı sandaletler papirüs yapraklarından yapılmış. Daha sonraki tarihlerde ise deri ve kösele kullanılmış.

Eski Mısır'da üretilen ilk sandaletlerin, sadece seçkinler ve önemli kişiler tarafından kullanıldığı biliniyor. Bu önemli kişilerin arasında, Kleopatra ve Nefertiti gibi Mısır'ın sembolü haline gelmiş iki önemli kraliçe de var. İyi ki de kullanmışlar; çünkü sandalet erkeklerin tekelinde kalsaydı, onlar sadece fonksiyonlarıyla ilgileneceklerdi belki de.

Romalıların sandaletleri sadece seçkinleri göstermekle kalmıyor, meslekleri de gösteriyordu. Roma’da ayakkabı kullanımı belli kurallara bağlanmıştı. Bir mahkeme üyesiyle bir tüccarın aynı ayakkabıyı giymesi mümkün değildi. Yeni gelinlerin beyaz ayakkabı giyme alışkanlığının da Eski Yunan ve Roma adetlerine dayandığı sanılıyor. Ayakkabılar, sandaletler, kullanan kişinin işine göre, kürklü, sivri, köşeli ya da yuvarlak burunlu olabiliyordu. Roma'da senatör ve patricia'ların kullandıkları kalkık burunlu ayakkabıları başka iş yapan birinin kullanması sahtekarlık sayılıyordu.


Kaynak:http://www.rdf.com.tr/AYAKKABISEKTOR/SAGLIK_SANDALET.htm

Topuklu Ayakkabı

Yine araştırmalara göre, yüksek topuklu ayakkabıların şıklık amacıyla kullanıldığı tarih 1533 olarak kayıtlara geçmiş. Bu topuklu ayakkabının yaratıcısı da Leonardo da Vinci’ dir. Floransa’nın ünlü ailelerinden olan Medicis’lerin kızı Cetherine de Medicis bir dük ile evlenecektir. Cetherine, ufak tefek bir kızdır fakat tören oldukça görkemli olacaktır. Aile bir çözüm bulmak için birçok kişiye başvurur. Cetherine törenin görkemi altında kalmamalıdır. Rivayete göre çareyi Leonardo da Vinci bulur. Bu topuklu bir ayakkabıdır ve Cetherine’nin görünüşünden etkilenen kadınlar hemen taklit etmeye başlarlar. Daha sonra aynı geçmişte yaşandığı gibi topuklu ayakkabı bir statü göstergesi olur. Zira işçi sınıfı kullanışsız ve pahalı olarak niteledikleri ayakkabıyı alacak güçte değildir. Topuklu ayakkabıyla ilgili birçok belge olsa da, tarihi o kadar da net değil. Örneğin, Mısırlı kasaplar yerdeki kandan ayaklarını korumak için, Moğol atlıları da üzengilerini daha iyi kavrayabilmek gibi fonksiyonel sebepler için eklemişler ayakkabılarına topukları.


Kısa Kısa;


Eski Yunanistan’ da da sandal, aba ayakkabı, mantar tabanlı kothornos, deri kayışlı krepis, gelin ayakkabısı nymphitikon ve benzerleri kullanılmıştır.Yunan kadınları, sokakta çıplak ayakla, ya da sandaletle gezerler ev içlerinde yumuşak, kapalı ayakkabılar giyerlerdi. En popüler renkler ise beyaz ve kırmızıydı.


• İ.Ö. 5. yy kadar Etrüskler, uçları yukarıya kıvrık , yüksek ökçeli , bağcıklı ayakkabılar giydiler. • Ayakkabı loncaları kurana Romalılar, sağ ve sol ayağa göre kalıplanmış ayakkabılar geliştirerek, ayakkabıcılık tarihinde önemli bir adım attılar.


• Ortaçağ boyunca tabaklanmış deriden yapılmış makosenler popüler oldu. Bu ayakkabılara toka ve bağcık eklenerek günümüz ayakkabılarında kullanılan bazı formüller üretildi.


• 14. ve 15. yy da ayakkabıların burunları uzamaya başladı. Bu moda 15. yy ın sonlarına kadar sürdü ve daha sonra yerini yuvarlak burunlara bıraktı.


• 17 yy da Avrupa’ da çizme modası yaygındı.


• 19 yüzyılın ilk yarısında,aristokrat kadınlar kağıt inceliğinde brokerli erlikler giyerlerdi.Bu ayakkabıların tabanları öyle kırılgandı ki ,dışarıda birkaç adım bile atmak mümkün değildi.Hizmetçiler ise sağlam botlar kullanırdı.Roma prenseslerinin altın tabanlı sandaletleri ve XIV.Louıs sarayındaki kadınların kırmızı topuklu zarif ayakkabıları gücü ve sınıfı çağrıştırarak sembolleşmişlerdir.


• Mahatma Gandhi’ nin giydiği sandalet, bilgeliği, doğaya ve insana dönüşü , sadeliği, eşitliği simgeliyordu.


Kaynak:http://www.burcukapu.com/yazilar/ayakkabinin_tarihcesi.html



Wednesday, May 30, 2007

Nişan-26.05.2007

Aşağıda görünen pasta tarafımdan çok özenle seçilmiştir!!! Binlerce pasta arasından bu pastaya hayran oldum...:-)) bu yazıda devam edecek...!!!


YENİLİĞE DOĞRU

Hergün bir yerden
Göçmek ne iyi
Bulanmadan donmadan
Akmak ne hoş
Hergün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan donmadan
Akmak ne hoş
Dünle beraber
Gitti cancağızım
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım
Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım

Mevlana (Şarkı: Sezen Aksu)

Cebindeki kalsın sana, sol üst köşeden harca bana
Pırlantamı aldım ama, pırlanta gibi kalp lazım bana

Wednesday, May 23, 2007

Acaba Nedir?

Friday, May 18, 2007

Felekten Bir Haftasonu Çaldık- Son

yazılar daha sonra....:-)









Thursday, May 17, 2007

Felekten Bir Haftasonu Çaldık...

"bir insanı sevmekle başlar herşey..." demiş Sait Faik Abasıyanık...
Geçen haftasonu böyle başladı...
canım arkadaşlarım uzaklardan geldiler...


Hani bazen deriz ya, felekten bir gün çalalım, düşler düşünceler birleşti ve hepimiz birden felekten bir haftasonu çaldık...


Dudaklarımız ile kullaklarımızın arasındaki mesafe kapandı ve sürekli o şekilde dolanıldı...:-)))















Yemekler yendi... körpe kırmızı biberin közde pişirilmiş ve sarımsaklanmış o lezziz tadına aşık olundu... Sonra ardından o nefis közdeki patlıcan ezmesi... peki ya semizotunun tazelikten dişlerimizin arasında çıtırdıyan ve süzme yoğurtla karışan o enfes tadı... Ahhhh... ahhhh...canım karidesler ve aşkım patates kızartması...:-))

Bu yazı devam edecek....

Friday, May 11, 2007

Anneler günü



Que Sera, Sera (Whatever Will Be, Will Be)
When I was just a little girl,
I asked my mother, "What will I be?
Will I be pretty, will I be rich?"
Here's what she said to me...

Que sera, sera
Whatever will be, will be
The future's not ours to see
Que sera, sera
What will be, will be

When I grew up and fell in love,
I asked my sweetheart, "What lies ahead?
Will we have rainbows day after day?"
Here's what my sweetheart said...

Now, I have children of my own
They ask their mother, "What will I be?
Will I be handsome, will I be rich?"
I tell them tenderly...

Que sera, sera


bütün annelerin, anne adaylarının,

anne olmak isteyenlerin ve


büyüyünce anne olacakların

ANNELER GÜNÜNÜ kutlarım....

Wednesday, May 9, 2007

Sizinde Bir Şarkınız Var mı ?

Bu sabah okuduğum 3 yazıdan da çok etkilendim. Bunlardan bir tanesi "Sizin de bir şarkınız var mı?" Diğeri Dilarausumun annesine yazdığı yazı, bir diğeri de Selen'in Cemoş'una yazdığı yazı...
Sizinde bir şarkınız var mı? Bana Alev arkadaşım e-mail olarak gönderdi. Mutlaka dolaşarak sizede gelmiştir. Ama yinede burada paylaşmak istedim.
Sizinde bir şarkınız var mı bilmiyorum ama Babam çocukken bana Arzu Kızım şarkısını söylerdi... O zamanlar babamın bu şarkıyı benim için yazdığını düşünürdüm...!!! Çok mutlu olurdum... Sonraları kendim için bir şarkı seçtim "My way"... En güzel anlarımda ve öldüğümde çalınmasını istediğim tek parça...


Sizinde bir şarkınız var mı?
Bir Afrika kabilesinde; hamile kalan kadınlar, arkadaşlarını toplayıp doğaya gider, doğacak çocuğun şarkısını duyana dek meditasyon yapıp dua ederler. Bu kabileye göre, her ruhun kendine öz, ses vibrasyonları vardır .
Kadınlar bu seslere kulak verdiklerinde, hep birlikte yüksek sesle seslendirirler.
Sonra da kabileye dönüp şarkıyı herkese öğretirler .Çocuk doğduğunda, tüm kabile toplanarak ona şarkısını söyler. Çocuğun sonraki önemli dönemlerinde, aynı şarkı okunur. Ölüm döşeğinde de aynı şarkı söylenir.Bir insan kabul edilmez bir cürüm işlediğinde, kabile toplanır ve ona şarkısını söyler. Çünkü anti sosyal davranışlar ceza ile düzeltilemez; sevgiyle ve kimliğin hatırlanmasıyla çözülebilir. Kendi şarkını duyduğun zaman, bir başkasına zarar verecek davranışlarda bulunma isteğine ihtiyaç kalmaz. Aslında hepimizin içinde bir şarkı olduğunu biliriz ve sevdiklerimizin zor zamanlarımızda bunu farketmelerini ve bize söylemeye yardımcı olmalarını arzu ederiz.Gerçek dost, bizim şarkımızı duyan ve ihtiyacımız olduğunda bize tekrarlayandır...
Hep şarkınızı hatırlayacak biri olması dileğimle… nerminsu,Mart 2007

Neyse bu güzel 3 yazıdan birinin sahibi olan Dilaraus'a bu şarkıyı hediye ediyorum....

I'm sitting here I'm thinking back to a time when I was young...
My memory, is clear as day
I'm listening to the dishes clink, you were downstairs, you would sing
Songs of praise
And all the times we laughed with you, and all the times that you stayed true to us
Now we say...
I said I thank you, I'll always thank you
More than you could know, than I could ever show
And I love you, I'll always love you
There's nothing I won't do, to say these words to you
That you're beautiful forever
You were my mom, you were my dad, the only thing I ever had was you, it's true
And even when the times got hard, you were there to let us know...that we'd get through
You showed me how to be a man, you taught me how to understand the things, people do
You showed me how to love my God, you taught me that not everyone knows the truth
And I thank you, I'll always thank you
More than you could know, than I could ever show
And I love you, I'll always love you
There's nothing I won't do, to say these words to you
That you will live forever
Always, always and forever

Good Charlotte



Sevgili Selen ve Cemoşada :

Yaşlanınca insan çocuklaşır,geriye sayar yaşı derler..Alıngan,söz dinlemeyen biraz da yaramaz bir küçük kızdın sen de anneanne.Hani biraz daha dökülmemiş olsaydı saçların,iki yandan kuyruk ne de yakışırdı sana.Yaşlı küçük kız,belki de bu yüzden seninle hep iyi geçinirdik.Ne sen bana çok uzaktın,ne de ben sana..Ortada buluşmuştuk işte!
Senin suç ortağın bile olmuştum.Sen benim ders çalışmak yerine bilgisayarla uğraştığımı,ben de senin gizliden gizliye börekleri yediğini anneme söylemezdik.Gizli bir anlaşma gibi..Sessiz,sakin..Zaman oyunumuza ortak,guguklu kuş her ötüşünde göz kıpardı bize.Sen sayardın..Bir..İki..Üç...Dört..Saat tam dört kere vurdu mu camdan kafanı uzatır meraklı meraklı beklerdin.Acaba ben geç kalacak mıyım,üstüm başım düzgün mü olacak diye yollarımı beklerdin.Ah anneanne,bacaklarından şikayet ederken sen ablam arkadaşlarıyla çıkacağı zaman o bacaklarla nasıl da koşardın cama!Ben büyürdüm o zaman,içimde sıcacık bir hisle gülümserdim..
Okuldan gelince çantamı bir kenara çoğunlukla fırlatır,yanına otururdum. “Eee,n’aptın bugün anneanne?”Sen,bütün gün başını kaldırmadan ördüğün dantellerin modelini anlatarak başlar,sonra da tanımayı bırak adlarını bile duymadığım,çoğunun yeni adresi cennet olan insanları anlatırak devam ederdin.Kim bilir kaç kez dinlemişimdir ya da kaç kez dinler gibi yapıp da sadece senin anlatırkenki heyecanını izlemişimdir.Bugünü unutur,geçmişi ezbere bilirdin anneanne!
Bütün kardeşlerini okutup,seni okutmadılar diye üzülür yine de kötü söz söylemezdin.Ben kızdıkça,sen dindirirdin.Öyle ya ben çoşkun bir akarsu,sense durgun bir yaz akşamı gibiydin.Ağustos böcekleri cıvıldardı sesinde,yıldızlar pırıl pırıl parlardı.Kız kardeşinin sana yanlış öğrettiği duayı okur, “kim bilir ben senelerce okurken neler söyledim?sevap yapalım derken günaha girmeyelim..”derdin.Gülerdik birlikte..Gülerdik,ağlamazdık anneanne!
Sen salına salına yürürken ben koluna girerdim.Hatırlar mısın,sana “birlikte evlenelim,çifte düğün yaparız”dedikçe,senin yüzün kızarırdı.Utanıp,sıkılırdın,benim de çok hoşuma giderdi o halin!Nerede yaşlı amca görsem,göz koyardım hemen.Hatırladın mı?Yoksa dün gibi,bugün gibi,beni de mi unuttun anneanne?
Ah,anneanne!Bugün ne de çok canımı yaktın!Kaç düğüm yutkundum da tıkadım boğazımı!Kaç kez dudaklarımı titrettim de ağlamadım,sustum!Ben anlaşmamızı bozmadım anneanne!Ben ağlamadım,senin sakinleşip yeniden geçmişi anlatmanı bekledim.Bekledim..Oysa sen gittin anneanne!Haber vermeden çektin gittin..Ben senin öğrettiğin melekli duayı unuttum,sen melek olup gittin..Ben uyurken..Biz birlikte uyurduk anneanne..Dün gece sen yatağına yattın anneanne,yanına sokulmama izin vermedin.Kim bilir belki de benim unuttuğum o melekli duayı okuduktan sonra..Bak!Bir düğüm daha tıkandı boğazıma,soluk boruma kaçtı,nefessiz kaldım.
İnci Çiçekoğlu

Monday, May 7, 2007

Ahırkapı Şenlikleri



Cumartesi Anneşkom ve Demet arkadaşımla açılışa gittik. Bu yerin reklamını daha sonra yaparım!


Sonrasında da hadi bakalım Sultanahmet civarında nevarmış dedik ve kendimizi Ahırkapı da Hıdırellez şenlikleri içinde bulduk...Sonrası malum...



Klasik yemek olayı... Keşke bu şenlikler ve festivaller daha sık yapılsa, etraf biraz canlanıyor ve esnafın yüzü gülüyor.

Hoş bugünkü küresel ısınma haberlerinde tüketimin hızlı birşekilde azaltılması gerektiği üzerinde konuşuluyordu...








Pazar sabahı herkes tarafından ayrı ayrı kahvaltı tabakları hazırlandı. Büyük bir kahvaltı için Belgrad ormanın yolu tutuldu... Ahşap masaların üzerine yiyecekler serildi ve kahvaltı olayı başladı... Sonrasında 6 km'lik bir yürüyüş...Hamile arkadaşımızı da dikkate alarak eğlenceli bir 6km tamamladık...



Güne erken başladığımız için devam etme arzusu ile boğaza indik... Geçen seferden kalma (lokma ile aramızda olan) hesabımızı hal ettik :-))

Friday, May 4, 2007

Hıdırellez Dilekleri

Ortakcımın sayfasından öğrendiğime göre yarın akşam hıdırellezmiş. Eeee.... ozaman hemen dilekleri hazırlayalım dedim... herkese bir kağıt parçasına dileklerini yazdırdım... Hatta kendi dileklerimi internetten indirdiğim resimlerin kenarına yazdım...:-))) Amaç dileğimi en uygun şekilde ve açıkça ne olduğunu belirterek dilemek...:-))) Dilekler yarın akşam bir gül ağcının altına kırmızı kese içinde konulacak ve pazar sabahıda kimse görmeden alınacak.... peki ondan sonra ne yapılacak? işte orasını öğrenemedim henüz...:-)))

Evet, blog dünyasında sevdiğim ve sayfalarını izlediğim herkes için booooollllll sevgi diliyorum....



Demet arkadaşım için aşk diliyorum...




Kendim için, boğaz manzaralı bir ev diliyorum...

Thursday, May 3, 2007

Putumayo

Putumayo'ların bazılarını pek bir severim. Bu albümde en beğendiklerim arasında yer alıyor. Afrika'lı olanlarıda beğeniyorum...baktım Türkçesi de varmış... içinde Tarkandan dudu ve sezen aksudan da bir parça var...



İçindekiler:
1. Guajira Bonita - Julian Avalos
2. Soltarlo - Claudia Gomez
3. Wasuze Otya? - Samite
4. Maria Lando - Susana Baca
5. Below The Bassline - Ernest Ranglin
6. M'Ban Samba - Raimundo Sodre
7. Hanzvadzi - Thomas Mapfumo
8. Dilema - Los Tradicionales Se Carlos Puebla
9. Esa Noche - Cafe Tacuba
10. Gabby Kai - James 'Bla' Pahinui
11. Kothbiro - Ayub Ogada
12. Este Son - Juan Carlos Urena
13. La Milonga De Ricardo En Cha-Cha-Cha - Ricardo Lemvo & Makina Loca

Antalya-2



Wednesday, May 2, 2007

sabah beylerbeyi, öğleden sonra İstinye


22 Nisan günü iş yerinden bir iki arkadaşımla buluşalımda hep beraber brunch yapalım dedik...mekan olarak beylerbeyini seçtik... Bu semti nedense ben çok seviyorum... insanlarını, ortamını, eski yerleşim alanlarını vs.
Arabayı futbol federasyonuna ait bir yer vardı oraya park ettim, karşısında da villaların güvenlik görevlisi vardı,hemen yaklaşıp a:"günaydın, abi arabayı buraya park ettim birşey olmaz değil mi?"
g:"günaydın, sen söyledin ya, artık araban bizimdir, korkma merak etme birşey olmaz" ve yüzlerinde kocaman bir gülümseme...
Blogumda zaman zaman bu konuşmalara yer vereceğim çünkü bunlar bana yaşamın çok güzel olduğunu hatırlatıyor...Oysa çoğu zaman herkes birbirini kırmak için elinden geleni yapıyor. Helede geçen gün bir kapkaçının kurbanı olan işyerinden bir arkadaşımın (iş yerine çok yakın bir yerde) yüzünün kanlar içinde olmasına kimsenin aldırış etmediğini öğrenince... nereye gidiyoruz dedim...)

Dönelim bizim kahvaltıya, gazeteler aldındı, mekan belirlendi ve 4 saatlik bir kahvaltı yapıldı. Kahve fincanlarıda değişmiş, ama bu fal bakılmasını engellemedi. Bu arada bana fal baktıranlar, attığım yalanların çok gerçekçi olduğunu ve Ar-Ge'nin bu işi araştırıp geliştirdiğini söylediler.. Bilmem artık...:-)


Öğleden sonra istineyede, Anneşkomla tost yedik ve çay iştik.. Nefis lokmaların tadına neyazık ki bakamadık... artık birdahaki sefere diyorum...

Akşamıda Paris te yemek yeseydim... Tam süper olacaktı...!!! Nefis bir gün bu şekilde tamamlanır diyecektim...

Tuesday, May 1, 2007

Caretta Caretta'lar


Sabahleyin yürüş yaparken gördüm. Zavallıcık ölmüştü. Ya denize giderken yolunu kaybetmişti, yada daha önce ölmüştü ve kıyıya vurmuştu.
Hemen biraz uzağında yapılan inşaat sayesinde kumlar havalanıyor kimbilir kaç türlü canlının hayatına son veriliyordu...
İnsan olarak doğaya çok zarar veriyoruz...Çok üzücü...:-(

Ortalama yaşları 100 ila 120 yıl... Bunun yaklaşık 70 yılını denizlerde dolaşarak geçiriyorlar... Ve dünyanın sadece belirli yerlerinde soylarını sürdürebilme mücadelesine girişiyorlar.

Caretta Caretta’lar dünyanın sadece belirli yerlerinde yumurtlayabiliyorlar. Yumurtlamak için çok ince kum olan sahilleri seçen Caretta Caretta’lar, rüzgarlarla Kuzey Afrika’dan gelen ince kuma sahip 20 kumsalı, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında bulmuşlar. Gelin görün ki Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın raporlarına göre bu kumsallardan 11’i oldukça kötü durumda.

Uluslararası raporlara göre Türkiye’de bu ince kumlar, inşaat sektöründe kullanılmak üzere çalınıyor. Oysa soyu tükenmekte olan Caretta Caretta’ları Türkiye taraf olduğu uluslararası anlaşmalar kapsamında korumakla yükümlü.

Fellhafer, Caretta Caretta’ların, Türkiye sahillerinde ışık, gürültü, çevre kirliliği, tehlikeli atıklar, yasal olmayan yapılar, tesadüfi avlanma, kaçak kum çıkarımı ve kıyı erozyonu gibi tehditlerle karşı karşıya bulunduğunu da söylüyor.

Geçen 5 yılda yaklaşık 250 deniz kaplumbağasını kurtardıklarını vurgulayan Fellhafer’a 'Peki bizler neler yapabiliriz?' diye soruyoruz? Yanıtına, 'Herkesin yapabileceği basit ve kolay birtakım şeyler var. Doğaya daha hassas ve daha duyarlı olunması gerekiyor.' diye başlıyor:

"Geceleri plajlarda yürüyüş yapılmaması gerekir ve kaplumbağaları gece plaja çıktıkları zaman korkutmamak, yanına yaklaşmamak fotoğraf makinası ya da kamera flaşları kullanmamak, güneş şemsiyeleri kullanmamak, çöpleri plaja atmamak, kısacası doğaya daha duyarlı olmak yeterli."

Viyana Üniversitesi biyologlarından Christine Fellhafer’a sahilin deniz kaplumbağaları için ne denli güvenli olduğunu soruyoruz. Bir diğer ifadeyle insanlar kumsalları yeteri kadar koruyor mu?

'Açıkcası hayır, pek değil. Özellikle de caretta çıktığı zaman herkes görmek ve resim çekmek istiyor; caretta'lara doğru geliyorlar... Onlar da korkup denize doğru geri dönüyorlar... Caretta 2-3 kez deneyerek yumurta bırakmak için geri döner. Eğer aynı şekilde korkup kaçarsa yumurtalarını denize bırakmak zorunda kalır ki bu da bütün yumurtaların yok olması, üreyememesi anlamına geliyor.'

Kaynak:voanews.



Caretta Carettaların boyları 115 ile 150 santim arasında değişiyor kiloları ise 70 ile 90 kilo ağırlığında, kabugu toprak, karnı ise turuncu (oranj) rengindedir.Genellikle yosun yiyerek beslenen Caretta Carettalar koloniler halinde yaşıyorlar. Ömürlerinin 70 yıl olduğu tahmin ediliyor. Normalde 2-3 yılda bir yumurta yapan Caretta Carettalar tenis topu büyüklüğündeki yumurtalarını arka ayaklarını kullanarak açtığı çukurlardan birine gömüyor. Çeşitli çukurlar açan kaplumbağa (Belki yumurtaların hangi çukurda olduğunun belli olmaması için, belki de nem oranını kontrol ederek en uygun yeri seçiyor) 80 ile 100 arasında yumurtalarını bu çukurlardan birine gömüyor. Yumurtlama süresi saatlerce sürüyor ve anne kaplumbağa çok zorlandığı için sürekli gözyaşı döküyor. İztuzu plajında kuluçka dönemi Mayıs Temmuz ayları arasındaki 55-60 günlük zaman aralığıdır. Ortalama 28.5 dereceye kadar sıcaklıkta erkek, 32 derecede ise dişilerin temmuz ayı başlarında yumurtadan çıktığı ve bu olayın eylüle kadar devam ettiği gözlenmiş. Bırakılan yumurtaların pek çok doğal düşmanı var bunların başında ise tilkiler geliyor. Koklayarak yumurtaları bulan tilkiler bu değerli yumurtaları yok ediyor. Yumurtadan çıkan yavrular doğal bir içgüdüyle denizden yansıyan ışığa doğru harekat ederek yaşayacakları yöne ilerliyorlar. Ancak yinede birçoğu yolunu şaşırıp susuzluktan ölüyor. Denize ulaşanların bir çoğu da yengeçlere, balıklara ve kuşlara yem olmaktan kurtulamıyor. Uzmanlar her yüz yumurtadan 1-2’sinin yaşamasının bu canlıların neslini sürdürmesinde yeterli olduğunu söylüyorlar. Yumurtadan çıkan yavrular eğer çevrede başka bir ışık yansıması varsa ölümlerine neden olacak yanlış hedeflere yöneliyorlar. Bu nedenle gün batımından doğuşuna kadar İztuzu kumsalına girmek belediye tarafından yasaklanmış.
Kaynak:likyapansiyon

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html