Tuesday, February 26, 2008

KERPE-2

 
Yazıya kaldığımız yerden devam edelim...
Kerpe, bir zamanlar İtalyanların Trabzondan yükledikleri gemilerini dinlendikleri bir limanmış. Çünkü karadenizin rüzgar almayan tek koyumuş. Hatta Kerepe yakınlarındaki Kefkene gemicilerin dostu deniyormuş. Hem onlar için İstanbul 3 kürek mesafesindeymiş.
Öküz boynuza benzetilen Kerepe gereçekten İstanbula çok yakın. İzmmit Otoyolunda 110 km gittikten sonra Kandıra çıkışından çıkıyyorsunuz. Bir 50 km sonrasında ise Kerpeye varıyorsunuz...
Kış mevsimi olduğuu için ağaçlar kuru ama yeşil çimenlerin üzereinde çok güzel gözüküyorlardı. Hele birde gün batmında kızıl yapraklar üzerinde güneşin kırmızı yansımaları çok hoştu. Birkaç plaj olmasından ve 1 metrekarelik bile boş alan olmamasından dolayı (yazlık villalar, korkunç bir yapılaşma)yazın buralarını hiç düşünemiyorum...O yüzden sanıyorum gidilecek en güzel mevsim bahar...
Hiç bilmeden "Kerpe Diem"'i bulduk. Çok salaş bir yer. Ama konum olarak harika. Servis yapan çocuklar çok kibarlar ve güzel müzik çalıyorlar... Bizede çok güzel kahvaltı hazırladılar...
Eğer balık yemek ve gündüz vakti bile fasıla taklmak istiyorsanız ozaman size Karagöz'ü tavsiye ederim...
Kerpe de kayalar rüzgardan çok değişik şekiller almışlar... Birde Kefkende pembe kayalar var... Buradaki kayalar çok değişik... Suda yumaşaklarr hatta istediğiniz şekilde kesilebiliyor. Ama sudan çıkardıktan sonra sertlşiyormuş... İstanbuldaki bir kaç önemli tarihi binanın yapımında buradadn çıkarılan taşlar kullanılmış...

Kefken, Kerpeye çok yakın... Burada birde ada var... Limandaki balıkçıya sordum ne adası dedim. Kefken adası dedi. Karadenizde iki ada varr birtanesi bu ada diğeride Giresundaki ada... Balıkçının sözüne güvendim araştırmadım...:-)
Ada halka açıkmış... bazı kaynaklarda ise açık olmadığınıı yazıyor... Giidip denemeek lazım... Kıısında anasonlar etişiyyormuş...Derin kuular varmış ve gemiler bu adayı çok seviyorlarmış...
 
Sonuç: Buraları sevdim mi? Vallahi ormanın içine bile villalar yapmışlar...Görünce söylyecek söz bulamadım... Çirkin yapılaşmayı bir kenara koyarsak,yeşil alan ve kıyı çok hoş(Kerpe'de tabiki). Kerepedeki "Kerpe Diem"e dostlarımla bir kahvaltı olayı için bir kere daha gidebilirim. Neyazıık ki Kefkene birdaha gitmeyi düşünmüyorum...

Sunday, February 24, 2008

KERPE

"Henüz vaktin varken tomurcukları topla. Zaman hala uçup gidiyor ve bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölüp, yok olabiliyor..." Prof. Keating (Ölü Ozanlar Derneği, alıntı).
Sonra hoca çocuklara cümlenin onlara ne ifade ettiğini soruyor ve bir çocuk "yaşadığın günü kavra..." (carpe diem) olarak cevap veriyor...
Yazıya daha sonra devam edeceğim...




Posted by Picasa

 
 
 
Posted by Picasa

 
 
 
Posted by Picasa

 
Posted by Picasa

İyiki Doğdun Yıldız













Happy Birhtday...

Canım Dostuma sevgilerimle...


Beraber yeni gezilerimize, neşeye, eğlenceye ve

kahkaha dolu bir yaşa...


iyi ki doğdun... yaba daba duuu.....

Saturday, February 23, 2008

Özcanus'da evlendi...23.02.2008

 
Cumartesi günü Özcan arkadaşımda evlendi...Kendisine ömürr boyu mmutluluklar diliyorum...Gelin çiçeğini kaptım ama sadece bir amaç uğruna...:-)
Posted by Picasa

Friday, February 22, 2008

Olgunlaşmak mı ? Yaşlılık mı?


Yaşını göstermeyen insanlardan biri olduğum için çok mutluyum… Yıllardır çevremdeki insanların “aaa yaşınızı hiç göstermiyorsunuz” iltifatlarıyla kendimi şımarttım durdum, yaşam tarzımı buna göre belirledim ve hatta “ben hiç yaşlanmayacağım” kelimesini beynime kazıdım… Bugünde beynime kazıdığım yerdeki bu yazı güncelliğini koruyor… Tek bir farkla… Evet yaşlanmayacağım ama olgunlaşıyorum… ne yazık ki... Yaşlılıkla beraber olgunlaşmanın gerçekleştiğini düşünüyordum… Oysa ki böyle bir şey yokmuş… İnsanlar yaşlansa bile olgunlaşmayabiliyormuş… Ben “yaşlanmak istemiyorum” derken aslında olgunlaşmak istemiyorum diyormuşum… Ne garip ikisi arasındaki çizgiyi yeni keşfediyorum…
Nerden mi geldim buraya…. Bilmem… bir iki gündür yazmak istiyordum ve yazmaya başladım…
Olgunlaşmak…
Gençken elimdekileri kaybetmek beni çok üzmüyordu… birçok şeye zaten hazır olarak sahiptim…kaybetsem bile yerine yenisi geliyordu. Bunun için mücadele etmiyordum… Arkadaşlık, dostluk… Beni kıran veya üzen bir durum olduğunda anında hemen olayı orada kesiyor.. Olay mahallindeki insanları kaderleri ile baş başa bırakıyordum.. Terk etmek ve yeni bir şeylere başlamak benim için çok kolaydı….Affetmek kelimesini çok nadir kullanıyordum… Kabullenmek ise sözlüğümde bile yer almıyordu… Ne oldu… yıllar ne değiştirdi… Yaşadıklarım mı? Gezdiklerim mi? gördüklerim mi? Yoksa çevremdeki insanlar mı? Bilmiyorum. Ama yıllar geçtikçe bu kelimeler anlam kazandı…Elimdekilerin değeri ve önemi arttı. Belki gençken önümde daha çok zamanım var nasıl olsa yerine koyarım diye düşünüyordum… Belki de zaman sona yaklaşınca kaybettiklerimi yerine koyamam korkusuyla onlara daha sıkı sıkı sarılıyorum…kimbilir…
Geçenlerde bir dostum bana yalan söyledi. Kötü bir niyeti yoktu… belki beni kırmak istemiyor du? Bilmiyorum… Oysa ki daha ağzından cümleler çıkmaya başladığında beni kırmaya başlamıştı… Ne yazık ki o bunun farkında değildi… Birkaç yıl önce olsaydı doğrudan yüzüne “bana yalan söylüyorsun” derdim… Ama o gün söylemedim… Sadece çok kırıldım…Bir iki saat sonra… iyi ki de ağzımı açıp bir şey söylemedim dedim…Çünkü neyi değiştirecekti… Onu o an üzmüş olacaktım… Belki de kalbini kıracaktım… Çok iyi tanıyorum onu…sakinlik,sabır ve minik bir gülümseme , mutluluğun muhteşem iksiri bence. Zaten her şey benim istediğim mükemmellikte olmamalı….

Olgunluk bazen susabilmek, bazen kendini frenleyebilmektir…

Sonra geçen yıllarda yaşadığım bir iki üzücü olay aklıma geldi… Olaylar çok üzücüydü peki ama neden ben bir tepki vermemiştim… Kabullenmiştim. Olabilir herkesin başına gelebilir demiştim…
Çok iyi anlayamadığım şeylerden bir tanesi de; mutsuz olan insanların diğer insanların mutsuzluğundan mutlu olmaları… Psikopatlıktan başka bir şey değil…Psikopatları bile oldukları gibi kabullenmek sanıyorum her babayiğidin harcı değil….:-)) (o zaman bu durumda bende ender babayiğitlerden bir tanesiyim …!!!  Burada söylenecek tek bir cümle var…. “seyirciler senaryoyu farklı da bilseler ben çok mutluyum, vicdanım da çok rahat…”

Kim bilir belki de OLGUNLAŞMAK budur... Bana göre kişinin kendisi ile mücadele etmesi… Etrafındakileri (sevdiklerini) kaybetmemek için çoğu zaman bildiklerini, gördüklerini bilmiyormuş, görmüyormuş gibi yapması. Sabırlı olması, zamanı çok iyi kullanması…

Bilgim ve öğrendiklerim yıllar geçtikçe artıyor ve yüküm ağırlaşıyor hatta zaman zaman taşımak bile zorlaşıyor ama kendimi tüm bunları taşımaya zorlamamda bir Olgunlaşma örneği sanıyorum… Kendimi tanımak, nelerden hoşlandığımı bilmek ve bunun için mücadele etmek… Yorulmak…

İşte tüm bu mücadeleler ve uğraşmalar , olgunlaşırken yüzüme yansıyan kırışıklıklar YAŞLANMAK mış… Yinede kendime şunu diyorum… Yüzümde kırışıklıklar çıksa da, olgunlaşmaya başlasam da, içimdeki çocuğa zarar vermeyeceğim… HEM TÜM MEYVELERİN OLGUN OLANLARI ÇOK TATLIDIR. TABİÎ Kİ ÇOK OLGUNLUKTAN ÇÜRÜMEDİKLERİ SÜRECE…

Mutlu, güler yüzlü ve içinizdeki çocukla barışık eğlenceli bir hafta sonu dilerim….

Tuesday, February 19, 2008

Balkondan Kar manzaraları- Bir Araştırma

Geçenlerde bu araştırma e-mail ile geldi, yazarı belli değil. Bir araştırmacı olarak düşündüm taşındım ve sayfamda yer vermeliyim dedim. Araştırmaların okunması ve sonuçlarının değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum...
Bu arada fotoğrafları balkondan çektim. Laler de oy attı umarım en kısa sürede çıkarlar...

4 Şubat 1949: İki "meczup" Meclis'te ezan okuyor.

15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.

1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığınca (!) halka açıldı.
Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.

12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.

29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece "Millete mal olmuş inkılaplarımızı saklı tutacağız" diyerek irticaya ilk işareti veriyor.

16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.

5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.

21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.

 

3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam
hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.

1953: Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları'na dönüştürüldü.

1953: Yasa değişikliği ile "siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak,öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç" sayılmaya başladı.

1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.

1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: "Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz."

Menderes, 1956'da Konya'da halka hitap ederken "ortaokullara din dersleri konulacağını" açıklıyor.

 
13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.

Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: "Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kâbe yapacağız."

14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği 'ne 100.000 TL bağış yapıyor.

19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklama Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500' üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul 'a davet edileceğini" söylüyor.

1957 - 1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.

1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.

26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.

15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.

31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır. "

17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.

20 Ağustos 1967: İzmir'de İslam Enstitüsü'nün temelleri Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.

Aralık 1967: Meclis'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.

19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD'nin 6.nFilosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim kâbemiz, cihada hazır olun " sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar" olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin kır atlı kuran dağıttığı haberleri basına yansıyor.

26 Ocak 1974: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
 

1974 - 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.

1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.

1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.

1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.

Kahramanmaraş'ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı?. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş,
Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti: " Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"

12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor: "Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla
başlamıyor? "

4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.

22 Temmuz 1980: Kemal Türker'in öldürülmesi.

7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği mitingte yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet? Şeriat gelecek? Laiklik dinsizliktir? Anayasa Kuran? Ya şeriat ya ölüm? Cihada hazırız?"

Ve 12 Eylül 1980: Amerika' nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar" dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekün bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Bu satırların yazarı bile bundan payını alarak 92 gün işkence gördü. Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz " diyordu.[1]

"Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı 'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur."[2]

Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.

12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya 'ya kadar tırmanması
sağlandı. Nitekim Özal 'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik " biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.

Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.?Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur.?Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır. "[3]

1989: TCK'nın Türkiye 'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.

28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.

31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.

7 Mart 1990: Çetin Emeç'in öldürülmesi.

4 Eylül 1990: Turan Dursun'un öldürülmesi.

6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.

24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, "İmam-Subay " başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.

2 Temmuz 1993: Sıvas 'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri' nin 3. gününde, Müslümanlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli' ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı: " Zafer İslam' ın? Cuumhuriyet Sıvas' ta kuruldu, Sıvas' ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek? Kahrolsun laiklik?"

27 Mart 1994: yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Anara ve İstanbul 'daki anakent belediyelerinin tümolanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, "Refah iktidara gelerek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek" diyordu.

5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken "son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle Kemalizmin sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.

10 KAsım 1994: Anıtkabir'de Atatürk' e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kur'ana davet ediyorum." diye slogan attı.
 
Posted by Picasa


11 Ocak 1995: Onat Kutlar'ın öldürülmesi.

9 Ocak 1996: Metin Göktepe'nin öldürülmesi.

1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek" diyordu.

1997: Şevket Yılmaz , "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?"

Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!"

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997? Özal'ın halefi olan Başabakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutun'da verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laiklikliğin tanımı bile değiştirilerek, " laiklik, din özgürlüğüdür"; "din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı. Eğitim yoluyla bu ülkede, "iktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma
götürürüz" diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri taktirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiç kuşkumuz kalmadı.

21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 'nın öldürülmesi.

18 Aralık 2002: Prof Dr. Necib Hablemitoğlu 'nun öldürülmesi.

Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!


Eh.... Devamını da siz biliyorsunuz.
-------------
[1]Çetin Yetkin, 12 Eylül'de İrtica, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara 1994, s. 77.
[2] Discorsi sopra Tite Livio, lib I, cp, XI. Aktaran: J.J.Rousseau , Toplum Sözleşmesi, Öteki Yayınevi, Üçüncü Basım, Ankara Kasım 1999, s.
82.
[3] Köprü, Mart 1987.

Wednesday, February 6, 2008

The Bucket List - Karamsar ve iyimser bir yazı

Az önce sinemadan çıktık... Eve gelir gelmezde yazı yazmaya karar verdim...Bu film bana ölümü düşündürdü...:-(
Jack Nicholson'a bayılırım... Çok berbat bir film yapsa bile eminim zevkle seyrederim... (bana göre çok zeki, karizmatik, eğlenceli bir insan)...
Gelelim niye ölümü düşündüğüme...


Filmin bir sahnesinde JN. yakılsam mı, tabuta mı konsam diyordu... Tabuta konursam karanlık korkum var...Zilli tabutlardan hala yapıyorlar mı...!!!:-)
Gerçekten bende karanlıktan çok korkuyorum o yüzden sanıyorum listeme öldüğümden iyicene emin olun maddesini ekleyeceğim...:-)

Dedim ya filmden etkilendim, bende kendime bir tahtalıköy listesi hazırlasam acaba içine nelrer yazardım diye düşündüm...

İşte nelerim...

Herşeyden önce dünyayı gezerdim demeyeceğim... Çünkü zaten gezdim...birde zaten o kadar param yok... listeme bu maddeyi ekleyemem...eeeee... ne kaldı geriye...:-)) hem benim listem sıradan bir liste olmamalı...:-))değil mi canım...:-) "everyone is everyone."

Tahtalıköy Listem...

1.Annem ve babamla daha fazla zaman geçirmek isterim...
2.Ne zor bir listeymiş... ikinci madde de tıkandım...:-) tamam tamam...doğudaki bir köyde 1 haftalığına da olsa öğretmen olmak isterim...
3.Yaptığım gezileri anlatan bir kitap yazmak isterim...

tamam daha fazla devam etmiyorum. Bu kadar yeter...liste uzuyor...:-))

Aslında söylemek isttediğim birşey daha var... Film de diyordu ki hayattan keyif al... Bakıyorumda çoğu zaman keyif alıyorum... Bir çok insanın çılgınlık olarak nitelendirdiği hemen herşeyi denedim...
Saat 18:00 den sonra iş yerinde harcadığım gün sayısı çok azdır... İş sadece hayatımı daha güzel yaşamam için bir araç...
Bugüne kadar yüzünü bile görmek istemediğim insan sayısı 3-5'i geçmiyor...
Dostlarıma karşı kalbim hep açık, beni kırdıklarında çok kolay af ediyorum...Aslında kötü olan herşeyi çok çabuk unutuyor sadece iyileri hatırlıyorum...
Tamam söylemek istediğim şeye geliyorum...
Listeme şunu da ekliyorum...beni tanıyan insanlara az da olsa beni hatırlayabilecekleri güzel anılar bırakmak isterim...

Offff... çok zormuş liste yapmak...:-))

hmmm..üsteki fotoğrafa gelince flmin bu sahnesindeki sorulardan çok etkilendim... ilkini çok kolay cevapladım... İkinci soru üzerinde şüphelerim var... o yüzden EN İYİSİ BU SORUYA GERÇEK CEVABI VEREEBİLMEK İÇİN YAŞAMAYA DEVAM EDEYİM...:-)))

Monday, February 4, 2008

Yılan Balığı-İnekler-HS.Gördüklerim

Geçen haftalar da bir gün Yılan Balığı yemeğe davetliydik. İnsanın iç bir ürperiyor yemek öncesinde... ayyyy... yılan mı yieceğim...!!! Ama yemek tabağınıza geldiğinde yapacak bir şey yok... Bir çatal tadına bakarım...(merakıım yüzümden başıma bir gün birşeyler gelecek ya... hadi neyse...) İlk çatal...hmmmm... fena değilmiş... biraz yağlı bir balık... ama öte yandan da yavan gibi... Izgara yerine acaba buğlaması daha mı güzel olur... Kim bilir...?
Kendisini yedik ama nereden gelir nereye gider pek bir merak ettik... araştırma sonuçlarım...
Bu balıkta gezgin... tanıdığım diğer deniz canlıları gibi bunlarda pey bir yol kat ettikten sonra doğdukları yere yumurtlamak için geri dönüyorlar... Ama az buz yol gitmiyorlar...
"Bu larvalar Meksika körfezinden başlayıp Batı Avrupa kıyılarına kadar gelen sıcak su akıntılarıyla Avrupa kıyılarına kadar göç ederler. Avrupa yılan balığı larvalarının kat ettikleri mesafe 5000 km, Amerikan yılan balıklarının 1000 km kadardır. Larvalar kıyılara ulaştıklarında, defne yaprağı şeklinden yılan balığına benzeyen silindirik bir şekle dönüşmeye başlar. Vücut büyüklüğü ve ağırlığı artar. Avrupa yılan balıkları su akıntılarıyla nehir ağızlarına geldiklerinde 2.5 yılı geçmiştir. Türkiye kıyılarına gelmeleri ise 3 yılı bulmaktadır.
Sargossa denizinde 400 metre derinlikte yumurtadan çıkmış yılan balıkları, 15 yıl sonra tekrar üremek için aynı sulara geri dönmektedir."
Kısacasıı Meksikadda başlayan yolculuk Söke taraflarıına kadar uzanıyor... Miğdeye indirmezsek onları yeniden geri dönüyorlar....
Kaynağın devamına buradan ulaşabilirsiniz.
 
 

Gelelim İnekleremize... İlk 1999 yılında Chicago da görmüştüm... 2000 yılında NY'da ve yılı hatırlamıyorum sonrasında Pariste ve 2007 yılı İstanbul...
Hoş bu inek kızları 2008 Şubat 4'de Kuruçeşme civarında bir mobilyacının vitrininde gördüm... Bahara olan özlemimi çağrıştırdıkları için burada yere vermeden edemedim...
Tabiki açık arttırmada elde edilen gelirleri incelemedende duramadım... Chicago 3.000.000.- Milyon Dolar, NY 1,4.000.000 Dolar...
Chicago da Michigan avenue'ya turistleri çekmek için belediye böyle etkinlikler düzenliyordu... En çok bankları ve koltukları beğenmiştim...Ahhh...ahhh... o zamanlar bu kadar fotoğraf çekmiyordum...
 
 
Posted by Picasa

Bu kızın küpeleri çok hoşuma gitti...!!!
 

kırmızı sarı yeşil balonlarda çocuk çığlıklarıyla güneş
gökyüzü mavi ışıklarıyla
kim derdi ki hikayem böyle biter
yağmurlar mevsimine girdim kederli şiirler mevsimin
bir şeyler bekliyorsun benden değil
sözler duruyor aramızda birbirimize ulaşamadan
çocuk çığlıklarıyla güneş kırmızı sarı yeşil balonlarda
yorgun ve umutsuz bakıyoruz sözlerimize.

Nazım Hikmet Ran

Balonları renkli renkli görünce çekemeden duramadım...
 
 
Köpek ve balığı yakalamayan çalışan çocukta çok güzeel poz veriyorlardı...

Artık İstanbul da gidiilecek yer kalmadı... Bbahar gelse de şehir dışına çıksak... şöylee kırlar, bahçeler, dağlara doğrru uzansak...
Ben şimdiden emeklilik planlarrı yapmaya başladım....:-)
 
Posted by Picasa

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html