Thursday, April 30, 2009

Alaçatı-deniz










Tuesday, April 28, 2009

Alaçatı-2

Yazı yazmak,gördüklerimi, yediklerimi ve içtiklerimi anlatmak istiyorum ama hiç vaktim olmuyor.En kısa sürede söz...Biraz daha fotoğraf... Daha çeşme, ılıca,dalyan köy, küçükbahçe, karaburun var. Alaçatı ve deniz yarın devam edecek... Bu arada Dilaraus'un Alaçatı ile ilgili yazısına buradan ulaşabilirsiniz.















Monday, April 27, 2009

ALAÇATI-1

4 günlük kısa ama güzel bir gezi yaptık. Şöyle yaza girmeden ortalık kalabalıklaşmadan sakin bir başlangıç yapmak iyi geldi.Önce fotoğraflar sonra yazılar.













Wednesday, April 22, 2009

23 Nisan 2009

TÜM KUZUCUKLARIN 23 NİSAN BAYRAMINI KUTLARIM.



NOT: YİYOOOOZZZ, İÇİYOOOZZZZ, GEZİYOOOSS, ADİOOOOSS... Pazartesi günü görüşmek üzere.

Monday, April 20, 2009

Anadolu Kavağı- Sirkeci Garı


Hani İstanbul'da 101 yapılacaklar listesi var ya yada ona benzer birşey bu listeye Bahar da Boğaz vapuru ile tur yapmayı da ekliyorum (Tabiki yoksa).
Süper eğlenceli bir gezi oldu bizim için. Araba ile trafik çilesi çekmek istemedik. Vapurla gidelim ayaklarımızı uztalım keyif yapalım dedik. O yüzden gezimize trenle başladık. Sirkeci garında indikten sonra tipik bir turist edasıyla garın fotoğraflarını çekmeye başladım.Vitrayları çok güzeldi. Epey bir havaya girdikten sonra gemiye bindik. Gemiye bindiğimiz de değil oturmak ayakta duracak yer bile yoktu. Neyse ben bir yer buldum oturdum. Bir yanımda Amerikalılar diğer yanımda Fransızlar oturuyoru. Geminin %95'i turisti. Bizde kendimizi yurt dışındaymışız gibi hissetmeye başladığımızdan pek bir keyiflendik. Turistlerin tarihi yerlerimizi görünce "ooo... olağanüstü", "muhteşem....", "inanılmaz..." gibi ifadeler kullanmaları beni pek bir mmutlu etti. Yolculuğumuz başlayalı 1 saat olmuştu, ve nnnaaa nııımmm..İki türk bayan geldi (tasvir etmiyorum, çünkü beni tanımadan okuyanlar yanlış anlayabilir, ama beni tanıyan arkadaşlarım zaten bu cümlemin altındaki tasviri anlamışlardır) ve araya dikildiler, hiç durulmayacak bir yere.

Yanımdaki Amerikalı kadın ayaklarını koyacak yer bulamıyormuş bahanesiyle hafif hafif tekmelemeye başladı. Bayanlar bu sefer tam kenara geldiler. Manzarayı iyicene kapattılar. Bu seferde yanımdaki Fransız bayanlar rahatsız oldu ve kalkarak korkuluklara yaslandılar. Bizim Türk bayanların sinir katsayısı epey bir arttı. Türkçe bilen yok mu dedi. Ben varım dedim. Aramızda geçen konuşmalar:
Bayanlar:"Yurt dışından kızımın arkadaşlar geliyor, onlara ne yedireceğimi şaşırıyorum şunların yapttığına bak..."
ben: "Olur böyle şeyler..."

Bayanlar:"Her yerede bizi ittirdier. One, two, three, four diyorlar elleri ile hayır işareti yapıyorlar, halbuki araya sıkışıp oturabiliriz, boşluk var...."
Ben:" Şimdi onlar Türk olmaddıkları için farklılar. Alan hakimiyetine önem veriyorlar. 4koltuk varsa 4 kişi oturabilir diyorlar. Hepimiz Türk olsak dediğiniz doğru sıkışırız, ama şimdi olmaz Alan Meselesi bu..."
Bayanlar şaşkın şakın yüzüme baktılar, birisi de kocaman bir saskızı epey gürültülü çiğniyordu...Baktılar olacak gibi değil,bir hırsla amerikalı kadının ayaklarını tekmeleyerek oradan uzaklaştılar. Elimden geldiğince barış elçisi olmaya çalıştım ama pek beceremedim...:-)
Neyse Amerikalı kadın benim İngililzce bildiğimi anladı ve başladı anlatmaya...

Sonuç cümlem: "Dünyanın her yerinde kötü ve iyi insanlar vardır oldu..."
Bu Amerikalı teyzemin kocasının yakasında bir iğne vardı ve Türkçe şöyle yazıyordu: "Barışı Düşle" ben de hemen onu yüksek sesle okuyarak Türkiye-Avrupa-Amerika arasındaki bir savaşı engelledim...:-)
Neyse Fransızlar beni pek bir sevdiler, bende yemeyi içmeyi sevdikleri için onları sevdim. Ben nereye gittiysem peşimden geldiler. Tabiki Amerikalılar da çaktırmadan beni izlediler...!!

Dönüş yolculuğumuz ayrı bir maceraydı. Amerikalı genç bir çifte Türkçe öğretmeye çalışan bir amca vardı. Diyaloglar anlatılmaz yaşanır diyorum. Hattta amcam bir ara şarkı bile söyledi..."İstanbul İstanbul olalı böyle güzel görmedi..." Sonra başka bir şarkı...Bu çocuklar da pek bir kibardılar kendi aralarında konuşunca çok sıkıldıkları anlaşıyordu ama amcamın onları müslüman yapmadan Amerikaya göndermeye hiç niyeti yoktu...!!!
Neyse bol kah kahalı süper eğlenceli bir gezi oldu. Gereçekten sizlere de tavsiye ediyorum, unutulmaz bir deneyim yaşayabilirsiniz...:-)



Not: Kukla sanatıçısından önceki yazılarımın birinde bahs etmiştim.Biraz imerenerek biraz da özenerek hatta biraz da kıskanarak ne güzel bir hayatı var sevdiği mesleği yapıyor demiştik. Ama bu gittiğimde kendisi ile konuşma fırsatı elde ettim. O da bana dedi ki sandığınız gibi değil. Bugün elimde olsa Afrika'ya giderim. Artık Türkiye benim Türkiyem değil. Ben de kendisine aynı şeyi söyledim. Güvenim kalmadı. Ben Afrikaya değil ama canım İtalya'ya gidebilirim :-)

Sunday, April 19, 2009

Ortaköy- bayanlara yönelik bir yazı oldu galiba...:-)





Dün hava o kadar güzeldi ki, eve hiç girmek istemedik. Ortaköy'e gittik. Uzun zamandır alışveriş yapmıyorum, hatta bir alışveriş merkezine gitmeyeli tam tamına 3 ay oldu. Neyse kurulan tezgahlardan kendime çok güzel iki tane gömlek ve bir küpe aldım. Lavanta da oturup salata yedik ve limonata içtik. Hoş Yakamengen'deki limonata ile kıyaslanamazdı ama yine de çok lezzetliydi.
Bu arada eskiden Ortaköy'e gidince arabayı yıldız yokuşuna park edebiliyordum şimdi ise imkansız hale gelmiş. Dün askeriyenin oraya kadar çift taraflı her yer doluydu. Keşifçi ruhum sayesinde !!! bende yeni bir yer buldum. Manzarasıda aşağıdaki gibi. :-)
Ortaköy'den sonra Arnavutköy'e yürüdük.İstanbul'un en sevdiğim semti. Oradan Bebek'e ve biraz daha alışveriş (yargıcıdan çok güzel bir çanta aldım :-) Bu arada Yargıcı en beğendiğim mağzadır, sadece orada kendime uygun birşeyler bulabiliyorum)yapıp, isstemeyerek de olsa eve döndük

Monday, April 13, 2009

İstanbul'da bir Cumartesi

Cumartesi akşam üzeri Küçüksu Kasrı'nın hemen yanındaki kafede çay- kahve molası verdik. Hava güneşli olduğu için deniz kenarında oturmanın keyfini çıkardık. Sonrasında da Anadoluhisarı'nın yüksek taraflarında, arka sokaklarında yürüdük. Ne yazık ki çok güzel olan tarihi yapılar birer birer yıkılmış...
 
 
 
Posted by Picasa

Sunday, April 12, 2009

Polonezköy'de bir başka bahar...

Polonezköy hakkında daha önceki yazılarımda çok bilgi vermiştim, o yüzden bugün kısa kesececğim. 2. Köprüden gideresek bizim evden uzaklığı 25 dk. geçmiyor. Bu sefer 3 km'lik yürüyüş parkurunda yürüdük. Belgrad ormanından çok daha sakindi. Hatta 1-2 ünlü sima dışında kimsler yürümüyordu...:-) Yürüyüşün sonunda Polina da yemek yedik. Polinanın dekorasyonu çok hoşuma gidiyor. O yüzden burayı terecih ediyoruz. Birde aşağıda görülen içinde bir sürü ot olan salatası...:-)Birde paastaları var. Değişik Polonya'ya özgü pastalar. Bana biraz tatlı geliyorlar...
Sevgili papağanı en yakın bu şekilde görüntüleyebildim, gözünü çekmeme izin vermedi...:-)Günün sonunda Küçüksu kasarında çay kahve molası verdik. O fotoğraflarda yarına kalsın...:-)









About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html