Wednesday, May 27, 2009

Kısa bir tatil

Çok kötü grip olmama rağmen yarın sabah tatilin ilk gününü yaşamak istiyorum.
Dönüşte görüşmek üzere...

Saturday, May 23, 2009

Sultanahmet

Klasik bir gezi daha. İstanbulda en sevdiğim yerlerden birside Arkeoloji Müzesi'dir. Fırsat buldukça gidip orada tarihi koklamayı seviyorum. Diğer fotoğraflar Sultanahmetden. Bu arada üçüncü fotoğrafı kopya çektim. Ali Konyalı'nın bakış açısı ile çekmeye çalıştım. Tabiki onunki kadar güzel olmadı ama olsun. :-)









Wednesday, May 13, 2009

Unutulmayan bir gün


hani insanların hayatında sayılı unutamadıkları günler vardır ya benim içinde 12 Mayıs 2007 bu günlerden bir tanesidir. Sabah 8:00 den başlayarak ertesi gün saat 2:00'ye kadar bir insan sürekli gülermi...:-) Gülmekte öyle böyle değil ağzı kulaklarına varmak derler ya öyle bir şey... Sevgili Demet, Serra, Yıldız ve Alev Hn. bekarlığa vedda partimin organizasyonu bana bırakmışlardı!! aslında pekte iyi etmişler :-) onlara birkez daha bu güzel gün için teşekkür ederim ve muuucccckkkkk yaparım...
Mekanda süperdi. İsmini öğlene doğru veririm. Şimdi işe yetişmem lazım....-)
öğlen yazamamdım. Mekanın ismi Cahide Variete
bence özel günler için mükemmel bir mekan. Hatta İstanbul'da farklı bir eğlence ve gece yaşamak için kusursuz diyebilirim. Burayıda tavsiye listemde veriyorum...:-)

Wednesday, May 6, 2009

Erguvan


İstanbul da Erguvanlar açtı ve boğaz o kadar güzel gözüküyor ki. Bu fotoğraflar Mihrabad korusundan, akşam geç saatler de çekildi. Yıldız'ın Ankaradan gelmesi bize turistik bir haftasonu yaşattı.:-) İşte böyle.
Aşağıda ki paragrafı internetten aldım ama kaynağı kayıt etmmişim. Yarın yeniden araştırırım. Şimdilik bu kadar. Bu arada dilekler dilendi mi bakayım? :-)
İngilizce adı Redbud veya Judas Tree olarak bilinen bu ağacın ana vatanı Filistin'dir. Erguvani dediğimiz renk, efsanelere göre utancın rengiymiş. Bu ağaç İstanbul'da tanınmaya başlayınca, neşenin, aşkın, coşkunun rengi olmuş. Eskilerin anlattığına göre önceleri bu ağacın çiçeği beyazmış. Filistinde Hz. İsa'nın ortaya çıkması ve havarilerinden Yahudanın İsa'yı otuz gümüş karşılığı ihbar etmesi, daha sonra da bu yaptığından pişman olup, kendini bir erguvan ağacının dalına asması üzerine, Erguvan ağacı da , bu utancı kaldıramamış ve bu ihanet yükünü dallarında taşıdığı için bembeyaz çiçekleri utancından kızarmış.

Aşağıda ki hayvan dostalarımızdan birisi İtalyan diğeride Alaçatılı :-)


Tuesday, May 5, 2009

Hıdırellez



Efendim bu gece hıdırellez. Hemen dileklerinizi belirleyin sonra bir kağıda çizin ve kırmızı kese içinde akşam saat 12:00 de gül ağacının altına bağlayın.Sabah 5:00 gibi de denize atın. Ama şimdi şöyle bir durum var, Ankaralı arkadaşlar ne yapacaklar?hmmmmmm onlarda herhalde ayaklarına kadar getirilen Kızılırmak suyuna atacaklar...!!! :-)
Uğurböceğine gelince sabahın 7:00 sinde balkonumdaki çiçeklere bakıyordum. Sonra maydonozun üzerinde ve karanfillerin içindeki uğurböceklerini gördüm.
Bu gece hepimize şans getirsin diye sitede yayınlıyorum. Hepimize bol şanslar ve HERKESİN DİLEKLERİNİN GEREÇEKLEŞMESİ DİLEĞİYLE...

Monday, May 4, 2009

Alaçatı

Konaklama:

Alaçatı da birbirinden şık, çok güzel ve bir o kadar da pahalı olan butik oteller var. Biz Değirmen Hotel’de konakladık. Değirmenin içinde kalmak değişikti. En güzel yanı da banyo, lavabo ve tuvalet kısmını yarısı buz işlemeli camla ayırmalarıydı. Her odanın ismi de farklı, mısır, yulaf, vb. gibi. Havuzun üstündeki değirmende kalmak keyifli olsa gerek.

Ama beğendiklerimi de sıralamadan geçemeyeceğim.

1. O ev. (Çarşının içinde bir butik otel. Hem cafesi hem de butiği var, bir çok ünlünün kaldığını girişteki pano da gördüm. Burası çarşı içersinde kalınabilecek en güzel yer. Uçuşan tüller, havuz vs. Fiyat olarak tabiî ki pahalı)

2. Manastır Hotel (İlk defa bir yer için internetteki fotoğrafların daha güzel diyorum. Yüksek tavanlı, çok huzurlu görünen, çarşının dışında sayılan bir yer. Yalnız cumartesi günü kurulan pazar burayı nasıl etkiliyor bilemiyorum?)

3. Padma. Çarşının içersinde sayılır. (Havuzun kenarındaki koltuklu fotoğraf buraya ait, süper lüks)

4. Alaçat Kırevi (belki bir daha gidersem burayı denemek isterim). Biraz uzakta ama çok sakin görünüyordu.

5. Sardunaki. (Burası da manastıra yakın sayılır, çarşının biraz dışında. Hoş bir yere benziyor. Çok güzel bir köpekleri var. Bahçelerin de çok çiçek olmasına rağmen çok az ağaç var o yüzden çevrede kurak olunca pek bir çıplak gözüküyor)

6. Taş Hotel. (Burası da Alaçatının en ünlü ve en eski otellerinden birisiymiş. Fotoğraflar da görünen, köşedeki büyük beyaz ev buraya ait, çarşının hemen sonunda, ya da başında nereden girdiğinize bağlı olarak değişir.



Yeme-İçme:

Önce fırınlardan başlayayım. Sabahın çok erken saatlerinde fotoğraf aşkına yola düştüğümüz için Alaçatı daki tüm fırınları denedik.

Beyaz Fırın Alaçatı: Tüm fırınlar içinde en güzel sakızlı kurabiyeyi yapan burası. Birde sabah 7:30- 8:00 gibi tahinli çörek çıkarıyorlar. Sıcak sıcak....oohhhhhhh....

Keskin fırın: Buranın ekmekleri çok lezzetli. özellikle de çizik ekmeği. mmmmmm... birde cevizli ekmeği...

İmrenhan
:1941 'den beri. Saskız tatlısını şiddetle yemenizi tavsiye ederim. Yanlız karıştırmayın birdee sakızlı muhallebi var, o ddeğil. Sakız tatlısı olanı.:-) Çarşı sokağında iki yereleri var. Birtanesi passtane ve şık bir yer. Orada kahvaltı etmenizi tavsiy ederim. Diğeri pastane. Arlarında fiyat farkı var. Aynı ürünler sadece pastane olarak işletilen yer de daha ucuz.

1. Sailor cafe. Çarşıda köşede. Salata ve mantı yedik fena değildi. Salata güzeldi. Meydanın köşesi olunca konum tabiî ki çok güzel.

2. Ev yemekleri yapan bir lokanta ismini hatırlamıyorum. Kuru fasulyesi çok güzeldi. Konumuda çarşının sonuna yakındı. Değirmenlerin oradan aşağıya doğru.

3. Ferdi babanın yeri. Yukarı da tamamen Alaçatıya hakim bir manzarası var. Yemeklerini denemedik ama güzel olduğuna eminim.

4. Clubbaba yada babayadigarı. Çok hoş bir yer. Bir daha evlensem kesinlikle bura da evlenirim. Servis çok güzel. Çok kibar bir garsonları var. İçersi antik döşenmiş. Ama hiç rahatsız edici değil. Sahibi… kendisi bahçenin resmini çizmiş sonra da o resme uygun olarak bahçesini yapmış evi de bahçenin içinde. Çok büyük bir alana kurulduğu için herkesin masası birbirinden uzakta. Yazın havuz kenarına dut ağaçlarının altına şezlonglar atılıyormuş, vs.vs. 23 yıl Almanya da çalıştıktan sonra, 7 yaşından beri yapılan ve babadan kalan aşçılık mesleğinin sürdürülmesine yönelik kurulan bir düşün gerçekleşmesi ve bataklık bir arazinin baştan yaratılması ve hiçbir destek almadan.

5. Agrilia. Buranın da ambiyansı güzeldi. Zaten ambiyansı güzel olan yerlerin yemeklerinin çok iyi çıkma ihtimali zayıf. Yemekleri lezzetliydi ama çokta abartı boyutunda bir lezzet yoktu. Hatta bana göre C ya da C- diyebilirim. Ortama da B yada B- verebilirim. Aklınız da bulunsun burası rezervasyonsuz kabul etmiyor.

6. Kaptanın yerin’de ekmek arası kalamar tava yiyebilirsiniz.

7. Meydan da kızartılan lokmanın tadına bizim içinde bakın. Zira biz o sıraya giremeyiz dedik. Ama tadını bilenlerin bir bildikleri varmış. Ağızlarına bir lokma alırken çıkardıkları çıtır sesi hala kulağım da.

8. Çeşme de İnönü ve eşinin heykellerinin arka çaprazında bir cafe var. Pastel tonlarda çizgili sandalyeleri var. Orada Kumru ve sigara böreği yemenizi şiddetle tavsiye ederim. Polonezköyün ürünlerini kullanıyorlar. Maydanozlu ve ısırınca içinden akan nefis peynirli o Sigara böreğinin tadı hala damağımda. Bir de bukadar güzelini Gökçe ada da ……………yerinde yemiştim. Onlarınki de kıymalıydı.

9. Karaburun da İsmetin yerinde pide yiyin. Bir de kalamar. Harbiden çok lezzetli. Salaç bir yer ama ustaları çok lezzetli yemek yapıyor.

Görülecek yerler:
Deniz kenarında ne görülebilir ki. Hoş kızlar ve sörf yapan beyler dışında …:-) Civar da balık lokantaları ile ünlü Dalyan köy var. Çok kalabalık olan Ilıca diye bir yer var. Çeşme de İzmir’in kordon boyunun bir ufak modeli. Nedense ben Çeşmeyi seviyorum. Şirin bir kalesi var. Bu sefer yukarılara tırmandık. Dağın tepesinde Çaka Bey anıtı var. Mezarlığın karşısında. Bu anıtla ilgili bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Tabiî ki manzaranın çok güzel olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Fotoğraflarım dan bir de orada çekildi.

Alaçatı’nın tarihi:
Antik Çağda adı "Agrilia" olan Alaçatı, Batı Anadolu tarihinde "İonia" diye adlandırılan, İzmir'in güneyinden başlayıp Menderes Irmağına kadar uzanan bölgenin tam merkezinde yer alır. Beldemize en yakın "ion" kentleri Alaçatı'nın bir köyü ve bugünkü adı Ildırı olan "Erythrai", Sakız adası yani "Chios" ve Urla İskelesi "Klazomenai"dir.

Heredot Tarihi'nin birinci kitabında İonia hakkında şöyle yazar: "İon'lar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır. Ne daha kuzeydeki bölgeler, ne de daha güneyde kalanlar İonia ile bir tutulabilir, hatta ne doğusu, ne batısı; kimisi soğuk ve ıslak, kimisi sıcak ve kurak olur." İon kentleri Akdeniz'deki kolonilerin de kurulmaya başlamasıyla M.Ö. 7. yüzyılda altın çağlarını yaşamışlardır. Bu dönemde 12 şehirden oluşan ion Birliği özellikle bilim, felsefe, heykeltıraşlık ve mimaride dünyaya yol göstermiştir. Sonraları Roma döneminde de parlak günler devam etmiş, Hristiyanlığın yayılmasında ve Bizans sanatının doğuşunda etken olmuşlardır.

Erken Osmanlı tarihinde Alaçatı'ya kaynaklarda bir "Yaya-Müsellem" köyü olarak rastlıyoruz; yani fetihlerin genişlemesiyle, fethedilen yerlere iskanlarla nüfus ve asker sayısı artınca 1361 de kurulan ordu teşkilatının bir parçası : "Yaya" (piyade) ve "Müsellem" (süvari) köyü… Beldemiz adını da işte bu yıllarda yerleşen "Alacaat Aşireti"nden alıyor. 1830 larda Bölgenin ayanı Hacı Memiş Ağa - ki bugün adı Alaçatı'nın bir mahallesinde yaşamaktadır- depremlerle sarsılan Sakız Adasında yoksullaşan Rum nüfusu çeşitli işlerde çalışmak üzere bölgeye "davet eder", böylece yalnız Alaçatı değil, Çeşme, Karaburun ve Urla'nın da kaderi değişmeye başlar. Yerli nüfus "harpte savaşırken" Rum gençleri bağlarda, zeytinliklerde yardımcı olmaya başlarlar.

Bu arada güneyi bataklık olan Alacaat köyünde halk sıtmayla da savaşmaktadır, bataklığı kurutmak üzere Alaçatı Limanına bir kanal açılmasına karar verilir. Kanal inşaatında çalışmak üzere gelen Rum işçilere büyük toprak sahibi Türkler tarlalarını "imar" edip işlemeleri koşulu ile verirler. Yeni köy de denizden birkaç kilometre içeride kurulur, bugün Alaçatı'nın birer birer restore edilmekte olan taş evlerinin çoğu 1850- 1890 yılları arasında inşa edilmiştir.

19. yüzyıl sonunda artık "Alatzata" köyü (Rumlar "Alacaat"ı "Alaztata" yapmışlardır) özellikle bağları ve şarabı ile önemli bir üretim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Çoğu Rum olan nüfus 12.000 e ulaşmıştır. 1873 te Alaçatı'da Belediye Teşkilatı kurulmuştur.

1912 Balkan Savaşıyla Alaçatı'nın kaderi bir kez daha değişir. Balkanlardan kaçan göçmenlerin gelmesiyle Rumlar arasında panik ve göç başlar. 1919 da İzmir'in işgaliyle birlikte, Alaçatı'ya göçmüş olan Balkan göçmenleri bu sefer de Anadolu'nun içlerine doğru göçmeye başlarlar, bu süreç Kurtuluş Savaşının bitiminde Alaçatı'ya tekrar dönmeleriyle sonlanır.

Bu arada 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan'da "mübadele anlaşması" imzalanır; dünyada ilk ve son kez yapılan bu uygulama ile 2 milyon insan yerinden yurdundan olur… Bu anlaşma uyarınca İstanbul'daki Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'daki Müslümanlar hariç Yunanistan'da yerleşik Müslümanlar Türkiye'ye, Türkiye'de yerleşik Ortodoks Rumlar da Yunanistan'a gönderilir.

Böylece Balkan Savaşı yıllarında Alaçatı'ya Kosova 'dan ve Bosna'dan gelen Arnavut ve Boşnak göçmenlere Selanik (Karaferya'lılar), Kavala (Kınalı ve Karacaova'lılar), Girit ve İstanköy'den gelen mübadiller de eklenir ve Alaçatı nüfusu 10 yıl gibi kısa bir sürede tamamen değişmiş olur.

Tarihçe ile bilgili bilgiyi http://www.alacatiguide.org/tr/ sitesinden aldım. Çok güzel hazırlanmış bir site. Tavsiye ederim

Saturday, May 2, 2009

Alaçatı-Son

Gezimizin son günü karaburun, küçükbahçeköy,yaylaköy, manastır gibi köylere uğradık. Daha önceki günlerde de Çeşme ve balık lokantaları ile ünlü Dalyan köy'e gitmiştik. Aşağıdaki fotoğraflar bu yerlere ait (Not: kapı fotoğrafları Alaçatı'ya ait. Kapı ve pencere hayranı olduğum için çılgın gibi fotoğraflarını çektim :-)). Gezerken yine fark ettim ki biz doğa düşmanıyız. Tüm doğayı sadece yılda 1 haftalık zevkimiz için betona çeviriyoruz.Çok üzücü. Karaburundan çok ümitliydim ama neyazık ki orasıda tüm sahil kasabaları ile aynı kaderi paylaşıyor.

Bütün bu çirkinlikleri görmemek için kendimizi dağ yoluna attık . Bir tane bile araç yoktu (bu İstanbullu birisi için tarif edilemez bir duygu). Nefis bir doğa eşsiz bir manzara ve terk edilmiş köyler vardı, tabiki unutmadan belirteyim bir de eşsiz güzellikteki renkleri ile kır çiçekleri.

Manastır köy'de sadece iki hane kalmış. Eelektrik yok, su kuyudan. Dağın tepesinde sarı çiçek tarlaları içinde kaderine terk edilmiş hoş bir köy.

Küçükbahçe: bu köy halkı da aşağıda deniz kenarında zeeytinlikleri var sürekli gidip gelmek zor oluyor diye köylerini boşaltmışlar ve deniz kenarına inmişler. Orada da arsalarını betona tapan şehir insanlarına satımışlar ve yazlıklıkçıların içinde kaybolmuşlar. Bugün küçükbahçeköy'de sadece 3 hane var birde jandarma karakolu. Köyde fotoğraf çekerken gönlü zengin köylü bir bayana denk geldim. Sohbete başladık. Oda 8 yıl önce Çorumdan gelin gelmiş. "Gel sana bir kahve yapayım" dedi... neyazık ki yolumuz uzun gitmek zorundayız ama hakkım saklı kalsın birdaha ki sefere diyerek ayrıldım.
Aalaçatı ile ilgili tüm bilgiler ise en kısa zamanda verilecektir.










About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html