Friday, January 20, 2006

Salzburg



Salzburg yolculuğumuza Viyana Westbanhof’dan başladık. 2 saat 50 dk.’lık konforlu tren yolculuğundan sonra festivaller şehri Salzburg'a vardık. (Dilerseniz bu yolculuğu araba ile de yapabilirsiniz hem ozaman göller bölgesinide görmüş olursunuz.)
Salzburg ismini, şehrin içinden geçen Salzach nehrinden alıyormuş. Su her canlıya hayat verdiği gibi her şehre de ayrı bir güzellik katıyor, siz nedersiniz? Örneğin, Prag, Budapeşte, Floransa, Venedik, Sanfrancisco, İstanbul ve diğerleri....
Dağlarla çevrili bu güzel şehri sanıyorum doğanın yemyeşil olduğu ve toprağın çiçeklerle süslendiği bahar aylarında görmek lazım...Ayrıca, Nisan ayından itibaren festivaller başlıyormuş bilginiz olsun... Salzburg’un ünlü “Getreidegasse” ve “Steingasse” sokaklarında yürümek çok keyifliydi. Helede benim gibi arnavut kaldırımlarını seviyorsanız, veya her minik pasajın içindeki sanat galerisi veya çeşmeyi görmek için dalıp sonrasında da büyük bir keyifle karşılaştığınız görüntüyü seyrediyorsanız bu şehir tam size göre.
Yorulduktan sonra “Hagenauer Square” de bir cafe melange arası verebilirsiniz. Baharda tüm bu yerler masalarını dışarı çıkardıkları için sokak keyfi tabiki bambaşka oluyordur herhalde...


Şehrin en güzel panoromik görüntüsünü tepedeki kaleden seyredebilirsiniz. Arakadaşımın anlattığı hikayeye göre St. Peter Cemetery’inin (mezarlığının) bulunduğu yere yakın bir yerde bir kulübe varmış ve eskiden şehrin celadı burada yaşarmış ve kimse tarafından da pek sevilmezmiş. Ne zaman bir idam kararı verilse kaleye bayrak çekilirmiş, ozaman bizim celad kendisine görev verildiğini anlar kaleye çıkar ve görevini yerine getirirmiş. Zaman hiçbir şeyi değiştirmiyor sanki, eskiden görevleri yüzünden sevilmeyen insanlar varmış, bugünde görevlerini sevmeyen insanlar var!!! Kısacası ortada görev ve sevgisizlik durumu var bunuda görev eşittir sevgisizlik diye tanımlayabilirim kendi adıma.!!!
Kale’den sonra, Salzburg’a gelip de Mozartın doğduğu ve yaşadığı evi görmeden dönmek olmaz dedik. Bugün Mozart vakfı tarafından müze haline dönüştürülen evde, Mozarta ait pianoları ve el yazması mektupları görebiliyorsunuz. Benim en çok ilgimi çeken babası ile karşılıklı mektup dialogları sonucunda yapılan üç tane dart ve Mozart’ın çocukluğunda kullandığı piyanosuydu.
Birde bu müzeyi gezerken bize verilen info kullaklıktan Mozart’ın eserlerini dinlemek çok hoşuma gitti doğrusu (bunuda atlamayayım dedimJ) Bu şehirden ayrılma vakti geldiğinde şunu söyledim... “bir bahar mevsiminde görüşmek üzere...”
Sıra geldi Maceristan- Budapeşteye....!!!

0 comments:

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html