Odessa havalimanı çok ufak uçaktan inince yürüyerek gümrüğe giriyorsunuz ve gümrükte sizi asker kıyafetli gümrük memurları bekliyor. Pasaport kontrolünden sonra dışarı çıkıyoruz ve mis gibi sonbahar renkleri bizi karşılaşıyor. Minibüsümüze bindikten sonra yola koyuluyoruz. (buradan taksi ile gitmek istersenizde çok bir para vereceğinizi düşünmüyorum. (En az 70 grivna en çok 150 grivna (7 - 15 TL) verirsiniz diye düşünüyorum. Neden mi taksi olayı farklı birincisi korsan taksiler var, ikincisi oraya yolcularını getiren ve şehre dönecek olan kişiler var onlarda boş gitmemek için yolcu alıyor ve birde taksi plakası olan resmi taksiler var.., artık karşınıza kimin çıktığı ve sizin pazarlık gücünüze bağlı olarak ödediğiniz miktar değişecektir).
Havaalanından çıktıktan sonra ilk ışıklarda durduğumuzda, hızla bir itfaye aracının virajı alırken su hortumlarını yolda bırakışına tanık oluyoruz!!! herşey çok eski ama çalışır vaziyette olduğu için kullanılıyor. Muhtemellen bu araçta 1930 lardan kalmadır. Ne maceralar bizi bekliyor dediğim an işte o andı. :-)
(Not: Gezilerde çok fazla yol yürüdüğümü (20-30 km) biliyorsunuzdur artık, o yüzden siz kendinize göre planlayın bu geziyi...:-))
Hazırsanız başlıyoruz. İlk önce city gardenin içinde yer alan Transfiguration Cathedral in Odessa dan başlayalım. İlki 1221, Yurii Ysevolodovich tarafından yapılmış. 1999 yılında onarılmaya başlanmış, 2003yılında onarımı tamamlanmış Vorontsov ve eşi burada gömülü ayrıca Vorontsovunda bahçenin içinde bir heykeli var. Bu kathedralin elekronik olarak 99 melodi çalan bir çanı bulunuyor. Burada bir düğüne denk geldik. Bildiğiniz gürültülü, çalgılı bir gelin arabası (limuzin) kathedralin önünde durdu. İçinden nasıl bir gelin çıkacağını pek bir merak ettim (Büyük bir olasılıkla Kırımlı bir gelindi) bu nedenle durup izledik ne yapacaklarını. Gelini vurmalı çalgılar içinde kiliseye götürdüler. :-)
Bu kathedrali geçip hemen City Park'ın (Şehir Parkı'nın) içine giriyorsunuz. Şehir parkında satıcılar görebilirsiniz el sanatları eşyaları satan. Ahşap el işi kutulardan alacaksınız eğer bunların altında sanatçının imzası olanını seçmenizi öneririm. Çoğu çin malı olabilir! Bana göre parkın en önemli özelliği nefis rengarenk ağaçları olması dışında parkta satranç ve değişik akıl oyunları oynayan amcaların bulunması. Kültür farklılığı bu olsa gerek. Kimisi para karşılığında oynuyor satrançı... Onları rahatsız etmeden oradan ayrılıyoruz. Şehir parkının sonunda bir yer altı geçit var o geçitten çıkarak Deribasovisky caddesine ulaşacağız. Yine bir parentez açayım ( yaya geçiti olmayan yerlerde trafik ışıkları var onların da olmadığı yerde yer altı geçitleri var karşıya geçmeniz için ama baktınız karşıya geçmek istiyorsunuz ayağınızı attığınız an araçlar duruyor buda Türkiye de özlediğimiz birşey olsa gerek).
Evet geldik Deribasovisky Caddesine. Büyük geniş kocaman bir cadde. Güzel eğlenceli cafelerin ve restaurantların bulunduğu çoğunlukla gençlerin ve turistlerin takıldığı bir yer. Cadde adını şehrin ve limanın kuruluşunu başlatan Josep de Ribas'tan alıyor. Caddenin başında hemen yine bir park var. Bu parkın içine girin . Sağ tarafında "12 sandalye" filminden veya romanından hatırlayacağınız onun anısına yapılan bir sandalye heykelini göreceksiniz ( On İki Sandalye, Sovyet Edebiyatı’nı mizah, taşlama ve ironi unsuruyla tanıştıran İlya İlf ve Yevgeni Petrov’un beraber yazdıkları ilk roman. Eski bir soylu olan Vorobyaninov, kayınvalidesinin ölüm döşeğinde açıkladığı sırrın ardından sandalyelere saklanmış elmasların peşine düşer. Hazine avcılığında bir de ortağı vardır: Ostap Bender. İkili, elmasların peşinde Sovyet şehirlerini dolaşır. Hikayede Odessa şehrinden bahsedilmez ancak herkes sözkonusu olan şehrin Odessa olduğunu bilir...)
bu heykeli sağınızda kalsın parkın içinde yürüyün. Sol tarafınızda konserlerin verilsiği bir alan göreceksiniz. Parkın içinde çocuklar içinde güzel bir kafe var. Bu parkta benim en çok hoşuma giden nefis uzun sarı ağaçlar ve bana göre Odessanın en güzel ağacının (kapının girişinde) bulunması dışında çocukların, köpeklerin dans ettiği ve ortasında saat bulunan diğer bir heykel. Parktan yine caddeye çıkın bu sefer sandalye heykeli solunuzda kalsın yürümeye devam eden. Bu sefer de "Passage" e geleceksiniz.
Passage yada pasaj veya alışveriş merkezi ne derseniz deyin. İçinde heykellerin ve süslü balkonların olduğu tarihi bir mekanburayı özetleyen en iyi cümle olacaktır. Çünkü içinde hediyelik eşya satan bir iki ufak dükkan var onun dışında birşey yok ama heykeller ve işlemeler çok güzel. Buradan çıktınız yürümeye devam edin. Bu sefer sol tarafınızda üstü açık fastfood rest. bulunduğu bir yere geleceksiniz.
Çoğunlukla gençler takılıyor. Caddenin sağ tarafından yer alıyor. Burada Meeting Point diye bir yerde hamburger ve patates kızartması yedik. Patatesi tuzlatmayın yanlız bize çok tuzlu geldi. Yanlız hem hamburger hem patates kızartması lezzetliydi. Ekmekleri simsiyah tamda bana göre .... Bunun hemen karşı çaprazında fransız cafesi var. İsmi....
Burada oturun bir kahve için derim. Kruvasan isterseniz çikolatasını ayrı getiriyor tabağın içinde. (Apple strudel Ukrayna da sürekli yediğim tatlı oldu pek bir severim, deneyin hoş avrupada yediklerim kadar lezzetli olmasada idare ederdi hepsi de :-) ) İşin güzel yanı 4 kahve ve 2 tatlı keyfi yapıp sadece 26 TL gibi bir para ödemeniz.
Eevet caddeyi yürümeye devam edin. Çok güzel eski binalar göreceksiniz. Faltz Fein house bunlardan birtanesi. Caddenin sonuna gelince sağa dönün burada İran şahı için yapılmış bir binayı göreceksiniz. Caddenin karşısına geçin. Yine güzel bir parkın içinden yürüyün denizi görmeye başlayacaksınız.
Burada kaşınıza Aşk köprüsü (Mother in Law's Bridge) çıkacak. Köprüyü korumak için buraya asılan kilitleri sökmüşler hemen oraya demirden bir kalp yapmışlar evlenmek isteyenler aşık olanlar kilitlerini oraya asıyorlar, anahtarlarını neyapıyorlar bilemiyorum... :-)
Köprüyede geçelim burada yunan mimarisi tarzında bir arch göreceksiniz.
Burayı arkanıza alın ve yürümeye devam edin.Primorsky Bulvarına doğru. Sağ tarafınızda Vorontsov sarayı...
Vorontsov Sarayı bol sütunlu beyeaz bir bina geniş bir bahçenin içinde yer alıyor. Bahçenin içinde sarayın tanrıçası Belvedere nin heykeli var. Binanın üzerinde osmanlıca kitabeler var. Saray 1827 ve 1830 yılları arasında Francesco Boffo tarafından Prens Mikhail Semyonovich Vorontsov için yapılıyor. Vorontsov bu binadan çok etkileniyor ve Potemkin Merdivenlerini de yaptırıyor. Bu bina 1906 yılında mühendislik okulu oluyor. 1917 de Rusların Red Guards'ına dönüşüyor. Denizciler burada buluşuyor. 1936 yılında saray genç piyanistlere veriyor ve ismide Children's palace oluyor. Sarayın arkasındaki binadan piyonu seslerini duyabiliyorsunuz. Saray sağınızda ve Primorsky Bulvarına doğru yürümeye başlıyorsunuz. Burada karşınıza Potemkin Merdivenleri çıkacak.
Potemkin Merdivenlerinde inşaat ve onarım çalışması (istanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyordu çalışma) olduğu için güzel bir fotoğrafını çekemedim. Ne yazık ki hemen yanı başındaki Finikülerde bakımdaydı bu nedenle ayaklara kuvvet merdivnleri indik. Öncesinde merdivenler hakkında size kısa bir bilgide vereyim: "1837 – 1841 yılları arasında İtalyan mimar Francesco Carlo Boffo tarafından geniş çaplı tadilattan geçirilerek bugünkü halini alıyor.İlk başta 200 basamak olarak inşa edilen merdivenin sekiz basamağı, limanın genişletilmesi sırasında toprağa gömülüyor. Aşağıdan bakıldığında yukarıya doğru kesintisiz yükselen merdivenler olduğu yanılgısına düşüyor insan. Yukarıdan bakıldığında ise aşağıya doğru uzanan sahanlıklar fark edilebiliyor. 1905 Şubat devriminin başlangıcında, Odessa’daki Karadeniz Filosu’nun Çarlık rejimine karşı başlattığı ayaklanmayı konu alan ve dünya sinemasının kilometre taşları arasında gösterilen “Potemkin Zırhlısı”filmindeki efsanevi sahne sonrası dünyaca ün kazanan merdivenler, Potemkin Merdivenleri adını alıyor.
Potemkin merdivenlerinin bugünkü haliyle tarihte ortaya çıkışı, bir rivayete göre ise romantik bir hikayeye dayanıyor. Odessa’nın inşasına en büyük katkıda bulunanlardan biri olarak gösterilen, Novorossiski ve Bessarabski Valisi Prens Vorontsov, eşi Elizabet’e eşsiz bir hediye sunmak ister. Bunun üzerine kendisine, “gökyüzü ile denizi birleştiren” ihtişamlı bir merdiven yaptırarak armağan etmesi teklif edilir.
Eski zamanlarda merdivenlerin altında yer alan gizli depolarda kanun kaçaklarının çalıntı mücevherleri sakladıkları ve merdivenin altından Vorontovski Sarayı’na uzanan gizli bir tünel olduğu da diğer rivayetler arasında yer alıyor." Evet merdivenleri indiniz hemen caddenin karşısına geçin. Odessa limanına.
Odessa limanı oldukça büyük. Buradan avrupaya tahıl sevkiyatı yapılıyor. ( Ukrayna avrupanın tahır ambarı. Toprakları oldukça verimli. Simsiyah. Nadasa bırakmadan 4-5 yıl boyunca topraktan verim alınabiliyor ama onlar bir yıl nadasa bırakmayı yeğliyor. Çin Ukraynanın topraklarının %20'sini kiralamış. Tarım yapmak için. Japonya da %7'sini aynı sebepten ötürü kiralamak istiyor. İyi geçinmek adına 10 000 tane Toyota arabası hediye etmiş!) Limanda büyük Odessa oteli var birde I love Odessa yazısı bu yazıyı geçince yürümeye devam ederseniz Sailors Wife heykeline denk geleceksiniz. Denizcilerin eşleri herhalde denizcileri buradan yolcu ettikleri için onların anısına yapılmış bir heykel.
Şimdi limandaki yürüyüşünüzü tamamladıktan sonra ve buradan potemkin merdivenlerini izledikten sonra tekrar aynı merdivenlerden 200 basamak yukarıya doğru tırmanın. ( biz burada değişiklik olsun diye minibüse bindik. Dökülüyor. İçersinde hani şu eski kadife püsküller olan,takkeli şoförün koltuğunda yan oturduğu, aynasında zımbırtılar bulunan bir minibüs... Parayı inişte veriyorsunuz, binerken vermeyin almıyorlar. 5 grivna yani 50 kuruş. Neyse bir kaç durak gidip sonra indik sırf denemek için... :-) ) Neyse şimdi size merdivenleri geri tırmandırdım değil mi çok hainim.... :-) Bu arada merdivenlerin hemen başında Tourist Information var. Primorsky Bulvarına doğru ilerleyin. Bu yolda ağaçlar ışıklandırılmış. Çok güzel park gibi bir yerde ilerliyorsunuz. Yolun sonunda Odessa Şehir Salonu bulunuyor.
Şehir salonu Francesco Boffo ve Gregorio Toricelli tarafından 1828 -1834 yılında yapılmış. Binanın önünde dünya şehirlerinin Odessa dan uzaklığını gösteren bir anıt var. Buradan İstanbul'un Odessaya uzaklığının 620 km olduğunu öğreniyoruz.
Buradan ilelediğinizde sağ tarafta Opera binasını göreceksiniz.Tchaikovsky ve Rachmaninoff'un sahne aldığı Enrico Caruso, and Feodor Chaliapin şarı söylediği, Pavlova ve Isadora Duncan dans ettiği Avusturya opera ve bale binasından sonra avrupanın ikinci büyük opera binası olan Odessa Opera and Ballet Theatre gerçekten görülmeye değer (Bu opera binası kapılarını 1810 yılında açıyor ancak 1873 yılında çıkan yangınla tamamen yanıyor. F. Felner ve H. Helmer tarafından onarımı 15 yıl sürüyor ve kapılarını 1887 yılında yeniden açıyor. 1925 yılında yeniden bir yangında zarar sahnesi ve auditorumu zarar görüyo onarıldıktan sonra da 1955-1956 yılında yer altı suları binaya zarar veriyor ve binanın güçlendirilmesi 2 yıl sürüyor. Son olarak bina 1996 dan 2007 yılına kadar bakım görüp güçlendiriliyor).
Bizde burada herhangi bir gösteri izlemek için can attık. O akşam bize yer yok dediler. Ertesi gün oyundan bir iki saat önce gittik ve iptal edenler olduğu için Kuğu Gölü balesine bilet aldık. İnanmayacaksınınz ama 20 Grivna yani yaklaşık olarak 2,5 TL ye bale izledik. Odessa da en büyük mutluluğum. Yine parantez açıyorum (1636 -1700 koltuk kapasiteli opera binasının tamamı doluydu ve gelenlerin %90'ı yerel halk %1-2side tursti. İçerde vestiyere ücretsiz olarak mantolarınızı bırakabiliyorsunuz. Oyun 18:30 da başlıyor. Sanırım insanlar toplu ulaşımla evlerine gidebilsinler diye bu kadar erken sahneleniyor, başka bir bilgi daha vereyim biletinizi öncede internetten alabiliyorsunuz ancak oyundan bir iki saat önce gidip gişeden biletinizi onaylatmanız gerekiyor).
Bu arada opera dan önce yemek yemek isterseniz binanın hemen yanında cafeler ve restauranlar var. Cafe odessa mama, odessa cafe sailor bunlardan bir iki tanesi. Bunların arka bahçeleri operanın yan bahçesine açılıyor. Yazın çok keyifli olabilir.
Ben yoruldum sizi bilmem ama yürümeye devam edelim isterseniz. Diğer önemli bir caddesi de Puşkinska Caddesi. Burayı artık adım adım anlatmayacağım yine de yürürken sürekli güzel ve tarihi binalar göreceğinizi belirtmeden edemeyeceğim.
Bristol hoteli en güzel binalardan birtanesi. Buranın kafesinde oturmanızı öneririm. Bina zaten içine çekecek sizi. Hemen yakınında arkeoloji müzesi var. Binası ve bahçesi güzel ama içindeki eserlerin çok zengin olmadığını bildiğim için ziyaret etmedik.
Holly Asssumption Cathedral görülmeye değer diğer binalardan bir tanesi. Buranın yakındarında Privoz market var.
Privoz market etlerin açıkta satıldığı, kasapların çoğunun kadın olduğu, kuru balıkların satıldığı bir pazar. Bu pazarın hemen arkasında veya yanı başında bit pazarı gibi bir yer var. Tramvay hattı geçiyor ve sanırım tramvayların park ettiği son istasyon gibi bir yer var. Bizde içeri girdik fotoğraf çekmek için ama siz siz olun içeri girmeye kalkmayın yasak olduğu sert bir şekilde iletiliyor.!
Katharina heykeli ve meydanı da diğer bir meydan.
Odessadan aklımda opera binası dışında aklımda ne kaldı derseniz çift tarafı ağaçlıklı geniş caddeler ( en sevdiğim şey) 3-4 katlı binalar ve derli toplu ufak bir şehir. Not Odessa plajını göremedik. Hmmmm tabiki Odessa gece hayatının çok güzel olduğu söyleniyor. Gözüme bunlardan Palladium çarptı.
Şehirde bir iki Türk rest. var. Yerel lezzetleri tatmayı sevdiğim için buralara him uğramam yinede aklınızda bulunsun.
0 comments:
Post a Comment