Thursday, February 2, 2006

Mardin



Dün akşam TV’de seyrettiğim Lütfi Özgünaydın’ın beş yıllık çalışması sonucu hazırlanan Mardin konulu fotoğraf sergisinden ve kitabından etkilenerek bugünün konusu olarak Mardin ilimizi seçtim. Turizm kaynkalarımızı iyi tanıtamadığımızı, değer bilmediğimizi ve iyi kullanmadığımızı düşünüyorum. Bunuda, bu araştırmayı yaparken, birkez daha kanıtladım kendime. Turist çeken ilerimizden birisi olan Mardin hakkında detaylı olarak hazırlanmış birçok ingilizce kaynağa rastlamama rağmen çok iyi hazırlanmış Türkçe web sitesi bulamadım. Buda bana, “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” atasözümüzü hatırlattı. Kuş gribinin kol gezdiği şu günlerde tavuklarımızı, kaz olarak gören komşularımızdan korumalıyız !!! Nedersiniz?



MARDİN

Mardi’nin, MÖ.4500’ kadar uzanan tarihinde, Subari, Hurri, Sümer, Akad, Mitani, Hitit, Asur, İskit, Babil, Pers, Makkadonya,Abgar, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi birçok uygarlığı bünyesinde harmanlamış bir ilimiz olduğunu öğrendim.
Çoğu kaynaklarda Mardin’in gerçek adı “Merdin” diye geçiyor. Kendi halkıda böyle kullanıyormuş. Bu ad “Kaleler” anlamına geliyormuş. Şehirde bir çok kalenin varlığı, şehrin bu şekilde isimlendirilmesini sağlamış. Bunlardan bir kaçı: Mardin Kalesi(Kuşlar Yuvası, Kartal Kalesi veya Kartal Yuvası), Eskikale Köyünde bulunan Kalat’ül Mara, Deyrü’zzafaran Manastırının kuzeydoğusundaki Arur Kalesi ve Erdemeşt Kalesi.
Mardinde yapıların tamamı Mezopotamya Ovası’na bakıyormuş. Sokakları daracık ve tek yönlüymüş. Bunları öğrendiğim zaman bu yapıların birinde, Mezopotamya Ovası’nın üzerine vuran kızıl gün batımını izlediğimi ve daracık tek yönlü tarihi sokaklarında yürüdüğümü hayal ettim. Tabiki aşağıdaki şiirinde yardımı olmadı değil…

MARDİN, GÜNEŞİN NABZI

Kınalar yakılmış gökyüzüne ilmik ilmik,
Zılgıt sesleri titrer, hızmalı burunlar delik
Taşlar ruhları akseder özünde nakış...
Heybetli kalesinin hikmetidir Hakk’a yakarış.
Özünde, sözünde mertlik olanların yurdu
Ataların yadigarı ve ulu Artuklu
Kız Kalesi gülümser, çekingen, ürkek ceylani
Zaman ağır ağır işler kum saati misali
Ruhlarda derin bir huzur, doğa mütebessim
Saf tutan halaylarda medeniyetler kol kola
Türküler çeyiz sandığını, bulutları saklar
Ful çiçeklerinde avlu kokar, yıldızlar alevli,
Yakıcı güneşte altın sarısı taşların aksi
Destanların özü yansır sokakların merdivenlerinde,
Güneşin nabzı atar, duraksız sevdalı yüreklerde
Mezopotamya eğilir sadakatle Mardin’in önünde
Diz çöker cömertliğiyle yeşil enginliğinde
Güneş ışığı Nemrut’tan önce Mardin’e uğrar,
Yağmurlar bereketi müjdeler, ağlar, yağar
Musikiye aşina güvercinler takla atar
Uçurtmalarda geleceğin güzelliği, geçmişin emaneti uçar...
Mardin’de yaşam mitolojiyle dans eder,
Ezanlar, çanlarla kardeşçe ve beraber...
Karlar süslemek için işlemelerini can atar.
Çeşmelerinde su tarihle coşkun, misk akar...
Kuyular mahzen, güneş görmemiş define
Ay ışığı güleç yüzlerde gamzeler oyar...
Ne “Gondol’la” ilerlemek, rutubetli Venedik’te
Ne “Kuleler” kenti süslü Paris’te
Benim her şeyim, huzur sokağım, özüm, kaynağım...
Asil memleketimde, MARDİN’de
Sevginin adı gökyüzünde gülbin,
Şirin yüreklerde MARDİN...


“Atatürk, Mardin için Paşa olduğum diyar sözünü sürekli kullanmış. General olduğunun müjdesini Mardinde alan büyük komutan bu olayı bir çok yerde ve zamanda dile getirmiştir.
Mardinliler bir gece önce aralarında Albay olarak gördükleri Mustafa Kemal 'ni ertesi gün pırıl pırıl General apoletleriyle Mustafa Kemal Paşa olarak selamlamışlardır. Hem de 35 yaşında genç, heyecanlı bir paşa olarak.”…
En kısa sürede eşi benzeri olmayan bu ilimizi görmek ve Mezopotamya Ovası’nda gün batımını seyretmek üzere…

0 comments:

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html