Tuesday, August 9, 2011

Kaçmak

Böyle bir hayalim olduğundan bahsetmişmiydim. Şöyle birkaç ay sadece hamakta hayatımı geçirmek :-)Mümkünse Türkiye olmasın. :-(

Bu arada tatile çıkıyorum ben.

5 eylül 2011 tarihinde görüşmek üzere... arrivederci

herkese iyi bayramlar, bol bol eğlenin, dinlenin, özgür olmanın tadını çıkartın. Hayat bu nezaman ne ile karşılacağınız hiç belli olmaz. :-(





Galata Civarı

Rengarenk çok hoşuma gitti. Az önce öğle tatilinde çektim.

Monday, August 8, 2011

ceylin ile bir gün-07.08.2011

Tuesday, August 2, 2011

Haliç Vapuru

Eyüp - üsküdar hattı vapuruna biz eminönünden bindik. Ankaralı bir bayan arkadaşım Alev hanımın tavsiyesi üzerine.:-) Daha önce hiç aklıma gelmemişti. Birkaç kez saltanat kayığını görmüştüm o olabilir demiştim ama vapur fikri fena değilmiş.
Sizede sanal alemde bir haliç gezisi yaptırayım. Fotoğrafta görülen yeşil tekne Koç müzesine ait. Koç müzesi bileti olanlar 5 TL karşılığında Haliç'i bu tekne ile gezebiliyorlar. (40 dk'lık bir gezi) (düzeltme yaptım).
Birzamanlar bu kıyıların nekadar güzel olduğunu hayal edin. Ahşap evler, at arabaları, kibar beyler, şapkalı şık hanımlar...


















Monday, August 1, 2011

Tarlabaşı

Tarlabaşı bugün kentsel dönüşüm projesi altında yok ediliyor. Bu projelere bakmak için aşağıdaki linke girmeniz yeterli. http://www.tarlabasiyenileniyor.com/proje_hakkinda
Proje 9 ada dan oluşuyor ve bu adaların yıkımına başlanmış bile.
Proje çerçevesinde istimlak edilen evlere ödenen yaklaşık 200 bin civarında iken bu evlerden çıkan muslukların , lavaboların, ahşapların ve diğer parçaların satılmasıyla elde edilen gelir 2 milyon civarında olmuş.
Projelerin karşıtı bir insan değilim, bunları yapacak olan mimarlara da karşı değilim, oranın daha güzel bir görünüm kazanması ve herkesin rahatça dolaşabileceği bir ortam yaratılmasına da karşı değilim. Ancak bu iş kültürel mirası koruma şeklinde gerçekleştirilirse uzun vadede çok daha fazla amacına ulaşır düşüncesindeyim.



Bizler Akdeniz toplumunun insanlarıyız. Evlerin dar olmasından dolayı insanlar sokakları Salon olarak kullanıyor. Yazın sokakta gölge olan tarafa komşu gidiliyor, sohbet ediliyor. Cumbalı evlerin gölgeliklerinde oturuluyor. Ne yazık ki bu ruh ortadan kaldırılıyor. Tıpkı Sulu kulede olduğu gibi. Keşke miraslarımıza daha fazla sahip çıksak ve bizden sonra gelecek çocuklarımıza da sahip olduklarımızı gösterebilsek.
Bir bina düşünün 1890’lı yıllarda yapılmış. Daha sonra ise binanın sahipleri 1930 modasına uyarak dış cephesindeki süslemeleri çıkartmışlar ve boru şeklinde kabartmalar yapmışlar, peki ileri yıllarda bu bina ne olacak biliyor musunuz? “Merdiven”. Evet inanmıyorsanız projelere bakın, indirmeniz biraz zaman alıyor ama buna değer. Peki neden bu hale geldi.
Herşey 1870 yılında çıkan büyük yangınla başlıyor. Yangında Taksim meydanından Galatasaray Lisesine kadar tüm binalar yanıyor ve bundan sonra yeni bir proje başlatılıyor “Nouvelle Ville” (yeni Şehir). Bu proje ile eskisinden daha lüks ve daha ihtişamlı binalar inşa ediliyor. Bu dönemde pera bölgesi gayrimüslimlerin üst kesiminin yaşadığı alan oluyor. Konsolosluklar ve elçilikler birçoğu bu alanda toplanıyor. 16.yya kadar tarlaların olmasından dolayı tarlabaşı olarak anılan bölge 17.yy Müslüman mezarlılıkları oluyor. Daha sonra İngiliz Konsolosluğunun buraya inşa edilmesi ile bu bölge de iyice hareketlenmeye başlıyor. Azınlıkların üst sınıfı konsolosluklarda çalışanlar, büyük elçiler Pera da otururken, azınlıkların daha orta ve alt kesimi ticarethane ve hizmet sektöründe çalışanlar ise Tarlabaşına yerleşiyor. Tarlabaşı ilk şehircilik uygulamasının yapıldığı bölge oluyor. Burada bahçe içinde ufak evler yapılıyor. (evlerden birini ziyaret ettim gerçekten arka tarafında ufacık bir bahçesi vardı, bir parça yeşil ile huzurun alınabildiği, serinliğin ve dinginliğin yaşandığı 2 metre karelik bir alan).



1940 lı yıllarda ağır varlık vergisinin çıkartılmasıyla azınlıkların elinden bu evler yavaş yavaş alınmaya başlıyor.6-7 Eylül 1955 yıllında çıkan olaylarda insanlar evlerini avukatlara bırakıyorlar ve kaçıyorlar. Bu dönemden sonra anadoludan göç alınmaya başlıyor ve özellikle bekarlar bu evleri ucuz fiyata kiralıyorlar. Bundan sonra da iyice bir çöküş yaşanmaya başlıyor. Buna bir darbede 1980 yıllarda vuruluyor.
Dalan hükümeti 370 binayı istimlak ediyor. Bu binaların 167 tanesi de tescilli olmasına rağmen yıkılıyor. 1986-1988 yılları arasında yıkımlar gerçekleştiriliyor ve Bizans İmparatorluğu üzerinden 4 gidiş-4 geliş yapılıyor. Bundan sonra Tarlabaşı iyiden iyiye başı kopmuş bir yaratığa dönüşüyor.
Dalan hükümetinin dinamiti patlatmasıyla başlayan büyük yıkım bugünde sürüyor. Binaların dış cephelerini korunarak yaşatılması düşünülüyor. Aslında ve gerçekte bu binaların altına 3 parklı otoparklar inşa edilecek ve belediyeler bu işten epey para kazanacak. Bugün 125 metrekarelik bir bina için verilen alan 50 metrekare. 12 metre kare daha fazlasını isterlerse borçlanıyorlar. Bunlar iyi durumda olanlar.
Yürüyüş esnasında camdan bir kadın bağırıyor “gazetecimsiniz?, yazın yazın insanların ellerinden, tapulu mülklerinin nasıl haksızca alındığını, bugün bizim başımıza geliyorsa yarın sizin başınıza gelmeyeceği ne malum” . Haklı hemde çok haklı. Bugün boğaz tarafında, beşiktaştan sonra olan alanlar da depreme göre güçlendirme çalışmaları altında birçok oyun oynandığını duydum. Evlerini güçlendiremeyenlerin, yaşlıların ellerinden bu konutlar alınıyor ve şehrin dışında yapılan iğrenç sitelere yerleşmeleri sağlanıyor. Sonradan kim bilir bu evlere ve apartmanlar ne olacak.
Bunun gibi yolda bir sürü insan yolumuzu çevirdi ve derdini anlattı. Keşke elimizden bir şey gelse. Güçlüler her zaman kazanır. Karşılarında devlet var ve tabiî ki kazanacak.



Oysa benim hayalim bambaşka bir şey. Fransa da başarıyla uygulanmakta olan Koruyucu mimar projesi. Bu kişiler üniversite de koruyucu mimarlık okuyorlar. Bu kişilere binaların nasıl korunacağı ve ne şekilde onarılacağı hakkında eğitim veriliyor. Tarihi binaların yıkılması veya restore edilmesi görevi tamamen bunlara ait. Diğer mimarlarda projelerini bu kişilere onaylatmak zorunda.
Herzaman teknokrasinden yana oldum. İşin sadece uzmanları tarafından yapılması en doğrusu.
Keşke haliçe 18 katlı yüksek binaların yapılması gibi değişik ve çılgın projeler başlatılmasa bunun yerine oradaki tarih insanlarıyla ve yaşam şekilleri ile korunsa ve kentleşme şehrin dışında gelişse.
Bugün yaptığımız gezilerimizde eskiyi fotoğraflamak istiyoruz, o anın bir parçası olmak istiyoruz. Bir beyefendi gibi cebimize mendil takıp elimizde bastonumuzla tramvaya bindiğimizi yada cumbalı evlerin birinde oturduğumuzu, kahvemizi içerken sokağı seyrettiğimizi hayal ediyoruz. Bizi bambaşka dönemlere götüren bu hayalin yaşattığı ruhsal zenginliği çocuklarımıza da yaşatmalıyız.









































About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html