Monday, July 31, 2006

Hieroglyphic


Dün akşam NTV'de Mısır ile ilgili bir belgesel dizi izledim.

Sözü uzatmayacağım, Champillion (fransız bilim adamı) , dünyanın yaşını ve oluşumunu çok merak ediyor bunu çözmek istiyor, 8 lisan öğreniyor, bugün British Museum da olan Rosetta Stone'nun üzerindeki hieroglyphic yazıyı çözmeye uğraşıyor, en sonunda kop dilini öğreniyor, (bunu öğrenmek için bir kiliseye gidiyor, orada çıkarılan seslerle hieroglyphic'ler arasında bağlantı kuruyor) ve hieroglyphic'lerin sessiz bir simgeden ibaret olmadıklarını kanıtlıyor. Çözdüğü ilk kelime de Ramses "Güneşin oğlu".
Rosetta Stone'a gelince; taş 1799 yılında bulunmuş. Napolyon'un liderliğindeki savaşı Fransızlar, İngilizlere karşı kaybetmişler. Fransız komutan taşa sahip çıkmaya çalışmış ve bir tücardan aldığını söylemiş ama faturasını beyan edemeyince!!!! Taş İngilizlerde kalmış. Neyse Fransızlar madem taşı alamıyoruz bizde kopyasını çıkartırız demişler ve sayısız kopyasını almışlar.

Ondan sonra da Fransızlarla İngilizler arasında taşın üzerinde yazılan yazıları çözme yarışı başlamış. Okuduğum kaynaklara göre Champillion yazıyı ilk çözen kişi. Tabiki farklı idalarda olabilir.

Durum böyle oluncada sabah sabah okumak için bir yazı dizisi araştırdım ve bu linki buldum...
http://www.crystalinks.com/hieroglyphicwriting.html



Yeni linklerime gelince;

http://www.ancientegypt.co.uk/writing/rosetta.html taş hakkındaki yazı.

buda farklı bir link.

http://www.askwhy.co.uk/judaism/0470Dating.html

bu linkde fena değil...
http://school.discovery.com/lessonplans/programs/hiddenegypt/


En eğlenceliside bu oldu...:-))

İsminizin yazılışını buradan bulabilirsiniz...
www.kingtut-treasures.com/hiero.htm


Buda benim adım, soyadım... Kar ortağımın dediği gibi memnun oldum efendim...:-))

Friday, July 28, 2006

Taksim Parkı


Hergün yıkılan veya üzerine çıkıntılar yapılan tarihi binalara baktıkça, silinen ve yok edilen tarihimizi düşündükçe çok üzülüyorum...Farklı uygarlıklıkların merkezi olan ve bana göre dünyadaki en güzel şehirlerden biri olan İstanbul,zaman ilerledikçe şehir kimliğini bırakıyor ve hızla kocaman bir KÖY oluyor...

Taksime doğru yürüdüğüm güzergahda birkaçtane eski bina var onlara baktıkça mutlu oluyorum. Neyse efendim dünde yürürken bir baktım ve olamaz dedim...

Arkadaşımla konuşurken oda "yok böyle birşey" dedi. Bizi duyan birinci katta oturan rum teyzem; "onlar Almanyadan geldiler, gördükleri halde bunu yaprlarsa görmeyenler kimbilir neyapar..." bende teyzeme dedim ki, "görmek değil efendim, önemli olan genlerinde olması..." bu minik dedikodudan sonra Taksime yürüdük.


Uzun zamandır (yaklaşık 5 yıldır falan), Taksim parkı'nın içine girmiyordum. Dün parkın içinden yürüyünce ikinci şokumu yaşadım. Harbiden olamaz dedim, zaman durdu ve sanki istemediğim bir film sahnesinin içindeydim... Bankta oturan iki erkek sevişiyordu, diğer tarafta ayakkabılarını çıkartmış, pantolarını sıvamış bir grup erkek bira içiyordu, biraz ileride şalvarlı ve yemenili kadınlar (onlarda ayakkabılarını çıkartmışlardı) çimenlerin üzerinde çene çalıyorlardı, bir kadın çocuğuna avazı çıktığı kadar bağrıyor ve ayakkabılarını minik havuzun içinde ki suda yıkıyordu (yunuslu havuz), ve bunun gibi daha niceleri vardı parkın içinde... Of ya... offf dedim...


Sonra düşündüm, babamın beni 25 yıl önce götürdüğü Taksim Parkı'nı hatırlamaya çalıştım, kesinlike böyle değildi... Acaba zaman ilerledikçe hep beraber kaptan mağra adamımı olacağız !!! ....

Yine çok eskilere gittim, 150 yıl öncesine...



İşte bugün yerinde olmayan Abdülmecid'in 1840'larda yaptırttığı Rus ve Hint mimarisinden esinlenen Topçu kışlası...

Kışla 1940 Imar hareketlerinde, önce Taksim meydanındaki (bugün havuz bulunan) ahırları yıkılarak ve sonrada gezi parkındaki esas anıtsal binaları yıkılarak yok edilmiş.


Oysa günümüzde binanın kendisi duruyor olsaydı Taksim meydanı sanıyorum dünyanın en güzel meydanlarından biri olurdu.
Mesela, müze veya kültür merkezi olarak kullanılabilirdi. Ya da sadece dış duvarları bırakılıp ortası günümüzdeki gezi parkı olarak düzenlenir ve dünyanın herhalde en görkemli parkı olurdu.

Thursday, July 27, 2006

Sports International


Baktım yolun yarısını geçmek üzereyim... Bugüne kadar yokuş yukarı çıkıyordum, şimdi yavaş yavaş iniş başlayacak ve vücudumun bu inişe hazırlıklı ve güçlü olması gerekiyor dedim ve sports international'a üye oldum.

Amerikada ki avantajlar yok burada, o yüzden çok paralara üyelik hakkı kazanabiliyorsun, buyüzden bugün biraz dertliyim bu konuda...!!!

Birde şunu fark ettim, çocukken bana alınan eşyalara veya sağlanan imkanlara çok mutlu oluyordum, hatta ilk kendi paramı kazanıp da harcadığım günleri hatırlıyorum, pek bir mutluydum. Zaman geçtikçe daha fazla kazanmama rağmen ve daha çok şey alabilmeme rağmen eski günlerdeki mutluluğumun olmadığını fark ediyorum. Buna çok üzülüyorum, garip bir tatminsizlikten başka birşey değil bu.

Şanslı bir insanım ve bunun değerini neden unutuyorum diye biraz da kızgınım kendime...

Şimdilerde elveda gezilerim diyorum, en azından birkaç ay boyunca...:-))

Sonuç olarak kendi kendimi telkin etmeye başladım ve haftada en az 3 defa mutlaka spora gitme sözü verdim...

Gençliğimde !!! günde 1,5 saat aralıksız yüzerdim,bakalım buna yakın bir tempoyu tutturabilcekmiyim...!!!

Sıkı bir sporcu olacağım pek yakında...!!! :-)))

Wednesday, July 26, 2006

Zeynep Duru- Pinkypunky


Serra ve Kerem arkadaşımın çok tatlı kızları Zeynep Duru. Sanıyorum ilk nickname'de bendeniz tarafından verildi. Pinkypunky. Doğduğunda pembe birşeydi, siyah saçlarıda punk gib dik dikti, eee... hal böyle olunca pinkpunky ismini aldı...

Yüzünden gülümseme hiç eksik olmasın diyorum...

Bugünlerde,birçok ülkede büyüklerinin yaptıkları anlamsız kavgalar ve savaşlar yüzünden, çocukların yüzünde sadece acı ve korku var...
Umarım tüm insanlar birbirleri ile yaşamayı sevmeleri gerektiği gerçeğini birgün anlarlar ve çocuklarına anlamsız savaş korkusunu yaşatmazlar...
Lütfen savaşlar bitsin artık...

Ayvalık- Cunda (3.Bölüm Son)


Bir kaç gündür NTV'de ve CNN Türk'de Ayvalık ve Cunda ile ilgili belgeseler izliyorum. Durum böyle olunca da, dedim ki, kendi belgeselimide bir son vereyim artık.
Cunda adasının, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyasindeki Yund Adaları olduğu, Yund adının giderek Cunda’ya dönüştüğü yazılıymış... Sonra, düşmana ilk asker kurşununu attırmış Komutan Ali Çetinkaya anısına, ‘Alibey Adası’ denmiş.
Bugün her iki ismide kullanılıyor.
Rum halkı adaya ‘Moshonisi’ (Kokulu Ada) diyormuş...
Bu isimleri doğrulayan Osmanlı döneminden kalma bir mühür varmış. Mühür'de biri Arapça, diğeri Latin rakamlarıyla kazılmış tarih 1862 miş. Mührün dış kenarında büyük harflerle ve Yunanca ‘Dimarhia Moshonision’ , ortasında da Arapça harflerle ‘Daire-i Belediye, Cezire-i Cunda’ yazılıymış. Biri Yunanca, diğeri Osmanlıca yazılmış, eşanlamlı bir mühür yazısı... Cunda Adası Belediye Dairesi demekmiş. Yani Osmalı Türkleri bu adaya Cunda derken , Ortodoks Osmanlı ise ‘Moshonis’ (Kokulu Ada) diyormuş!
Ortaçağda yaşamış Moshos adlı bir korsanın, barınağı buradaymış.Cunda’nın hemen arkasında , dar ve sığ bir boğazın ayırdığı adanın eski adı ‘Moshos’ muş. Bu ad zamanla tüm ada için kullanılır olmuş...
İtalyanca’da da izi var Cunda’nın, gemilerin yatay sereni anlamına geliyormuş. Haritaya baktım da Cunda, Yatay Seren gibi!
Bir rivayete görede, denizde yaşayan büyük bir deniz kabuklusun ismiymiş Cunda, o yüzden adayada kendi denizden bolca çıkan bu deniz kabuklusunun ismi verildiği söyleniyor...
Neyse isim hadisesini bir kenara bırakalım...
Bu adanın Ayvalık tan bakıldığında solundaki boğaza Dalyan Boğazı, sağındakine de Dolap Boğazı adı veriliyor. Çok eskiden bir sandalın geçebileceği kadar sığ olan Dalyan Boğazı, 1880 yılın da iki yıllık bir çalışmayla açılmış; En derin yeri bir kulaçtan üçe indirilmiş, yirmi kulaçta genişletilmiş.
Dolap Boğazı dediğimiz yerde, bir köprü var bugün. (Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olarak kabul ediliyor.1966 yılında yapılmış. 54 m uzunluğunda; Toplam 6 ayak üzerinde duruyor.)
ilk boğaz köprüsü efendim.
Cunda da birzamanlar para basılıyorumuş...

Cunda da kedilere çok iyi davranıyorlar, hani "Cunda da kedi olmak varmış detircesine..." Çektiğim bir fotoğrafta sokakta tam tamına 25 kedi vardı ve onları besleyen bayan herbiri çin ayrı bir tabakta yemek hazırlamıştı...!!!

Neyse efendim, yapmadan dönmeyin listeme gelelim:
1. Kordondaki meşhur lokmacıdan lokma yemeden...
2. Taş kahvede oturmadan,
3. Dilek kahvesinde, kahve içmeden,
4. Bay Nihat'ın mezelerini tatmadan,
5. Mis kokulu (moshonisi)tavernada keyif yapmadan, dönmeyin derim...
Biraz yemek üzerine oldu ama neyse idare edin artık...:-)))

Frank Sinatra- My way

Bugünkü üçüncü yazım bu!!! neyse yarın artık yazmam...:-))
Mr.TD nin sayfasında Robbie Williams'ı dinledim. Uzun zamandır bende sayfama video yüklemek istiyordum. Bu sefer link'e girdim, sign up oldum. Tabiki herzaman benim için ayrı bir yeri ve önemi olan Frank Sinatradan "My Way" öncelliği kaptı.
Bir kaç mutlu dakkika daha... :-)))
Bu şarkının benim üzerimdeki etkisini kelimelerle anlatmam imkansız...

Tuesday, July 25, 2006

Brides-Gelinler

Filmden aklımda kalanlar;

1. It's Not A Punishment To Remember Someone You Love. The Punishment Is To Forget Him. (Niki'nin söylediği cümle...)

2. Norman'ın Niki'nin ayakkabısını bağladığı sahne...

3. Birinci sınıftaki yolcuların, yolculuğun sonuna yaklaştığında halay çektikleri parça... (Çok hüzünlü öte yandan da bir okadar hareketli, grup uyumu vs. dayalı parça)

Birde bildiğiniz gibi bu film vizyondan kaldırıldı. Ama bizim mahalledeki sinema sağ olsun vizyondan kaldırılan filmleri dönüşümlü oalrak sunuyor hemde 3 Ytl'ye (1.5 USD amerikada olan arkadaşlar için aydınlatma).
Sinema salonunda da sadece iki kişiydik. Koskocaman salonu kapatmış gibi olduk. Bacaklarımı uzatarak kocaman salonda film seyretme zevkide bir başka oluyormuş canım...:-)

Oyuncular:
Damian Lewis (Norman Harris) , Victoria Haralabidou (Niki Douka) , Andréa Ferréol (Emine) , Evi Saoulidou (Haro) , Dimitri Katalifos (Captain) , Irini Iglesi (Miss Kardaki) , Evelina Papoulia (Marion)

Yönetmen:
Pantelis Voulgaris

Friday, July 21, 2006

5.Kat


Dün akşam iş yerinden birkaç arkadaşla 5. katta gittik. Burası Sıraselviler'in yakınlarında çok hoş bir yer. İstanbul'da sevdiğimiz mekanların çoğu sürekli el değiştiriyor ve bir dahaki gidişimizde çok farklı bir atmosferle karşılaşıyoruz. Bu nedendir ki bendeniz de çok sık el değiştirmeyen yerleri tercih eder oldum.
Organizasyon işleri bana aittir. İnsanları toplamak, yer seçmek ve memnun ayrılmalarını sağlamak!!! Gecenin sonunda bu konuda taktir aldığım için, diyorum ki şu işten birde para kazanmaya başlasam, nasıl olur!!! :-))


5.kat hakkında fazla birşey anlatmayacağım. Manzarası süper, kışın gidildiği zaman alt kattaki koltuklarda çok rahat oturulabilir ve pencere arakasından aynı manzara yine seyredilebilir. Yemeklerinin görüntüleri güzel. Gelelim mekanın en güzel yanına; gelenlerin çoğunun yabancı olması. :-))) Bu durum, benim için ayrı bir rahatlık sağlıyor...:-)))

Yemeklerinin lezzeti orta, zaten şu kısacık yaşamımda!!! öğrendim ki, en güzel yemek,salaş ve ismi hiç duyulmamış yerlerde, beklenmedik anlarda ve durumlarda yenir. Mesela, babam, annem ve bendeniz 10-15 yıl kadar önce, Egede bir yerlerde kaybolduktan sonra, bir daha bulamayacağımızdan emin olduğumuz salaş bir yerde ızgara yemişidik. Bugün tadı hala damağımdadır.

Thursday, July 20, 2006

Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest


Karayip Korsanları: Ölü Adamın Sandığı - (Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest)
Ayvalık 3.bölüm yazıma ara vereyim dedim. Dün akşam filme gittim. Tabiki bu filmede Johnny Depp için gittik. İlk bölümünde çok güldüm. Mimikler Adil ve Bezen Hindistan'ın dedeikleri gibi süperdi. İkinci bölümün fantastik ağırlıklı olması ve bazı sahnelerin gereğinden fazla uzatılmasından biraz rahatsız oldum ama yinede fena değildi. En azından eğlendim.

Oyuncular: Johnny Depp, Orlando Bloom, Keira Knightley

Not: Buradan, film kritiğimi okuyup yada benden film kritiği alıp, filme giden ve filmi beğenmeyen arkadaşlarıma özel bir duyuru yapmak istiyorum !!!!
Bilindiği üzere film seyretmeyi çok seviyorum. Hiç ayırt etmiyorum. Sadece Türk filmi için sinemaya gitmiyorum ve izlemiyorum(en güzel olanlarını, en çok oy alanlarını vs. dahil). Diğer tüm filmler tarafımdan itina ile izlenir.
Her seyrettiğimi çok beğenmemekle birlikte, filmlerde herzaman beni etkileyen birşeyler bulurum. Kısacası, bugüne kadar seyredip de iğrenç dedğim film sayısı 20 yi geçmez...!!!!! Buradan duyrulur efendim. :-)))))

Not2 (özel- Demet Arkadaşıma): Kardeşim filme ödediğiniz paraya acıdıysanız, şunu düşünün: Sanki parasını ödediğiniz ve sahip olduğunuz herşey çok mu değerli,iyi ve/veya kullanışlı. :-)))) ve hatta ödenilen paralar herzaman, emeğin, eşyanın, hizmetin, vs. karşılığı oluyor mu....lütfen yani... lütfeeeennnnn... :-)))))

Wednesday, July 19, 2006

Patariçe (Patriça)- Huzur adası


Patriça Koyuna, huzur koyu demek istiyorum. Bu koyda yapılaşmaya izin verilmiyor, zamanında ne yapılmışsa onlar kalmış, şimdi çivi çakmak yasak türünden koruma alanı içinde bulunuyor. Birkaç şanslı insan, taşları biraz düzelterek, bahçelerine çiçek ekerek günlerini gün ediyorlar burada...


Patriça, Yunanca da koltuk değneği anlamına geliyormuş (şekil itibari ile koltuk değneğine benzediği için bu isim verilmiş).
Burada sadece temiz sığ ve temiz bir deniz var. Birde zamanında zeytin toplamak için gelenlerin konakladığı Birinci (aşağı damlar) ve İkinci Köy (yukarı damlar) olarak anılan 25 - 30 evden oluşan bir yerleşim yeri var.
Patriça da 1922 yılında Giritliler yaz kış oturup tarım ve zeytincilik yapıyormuş, ama şimdi onların hiçbiri yok burada.

Patriça'da bir kır lokantası var.Bir zamanlar "Bıyıklının Yeri" olarak biliniyormuş daha sonra "Taş Ev" olarak isimlenmiş. Çardaklı bahçede, elektirik olmadığı için akşamları gaz yağı lambaları , şamdanlar yakılıyor ve mum ışığında huzur yaşanmaya başlanıyor (huzur adasında).


Patriça'nın tam karşısında ki Güvercinlik isimli küçük adada yer alan Agios Yorgis Manastırı yıkık duvarları, kulesiyle hala ayakta durmaya çalışıyor. Eskiden korsanların sığınağı olan Adaya yüzmek istedim, ama aklım fikrim ayışığı manastırında olduğu için bu adanın sadece fotoğrafını çekmekle yetindim.

Bir zamanlar korsanların sığınağa olan bu ada, doğal bir dalyan. Geçmişte acımasız korsanların yaşlandıklarında günah ve cinayetlerinden arınmak için sığındıkları bir manastırmış burası.

AYIŞIĞI MANASTIRI ( AYDİMİTRİ TA SELİNA):
İkinci köyde arabayı park ettikten sonra yürümeye başladık. Zeytin ağaçlarının arasından ilerledik. Patika yol, manastıra yaklaştıkça gerçek kimliğini, arnavut kaldırımı taşlarını, zaman içinde kaybolmadığını göstermek istercesine önümüze çıkardı.
Zeytin ağaçlarından gelen nefis koku ve sol tarafta bulunan turkuaz rengindeki denizden büyülenmiş bir şekilde, 45 dakkikalık yürüyüşümüzü tamamladık. Giderken manastır hakkında çok fazla birşey okumamıştım, o yüzden ne durumda olduğunu bilmiyordum. Şok oldum!!! Yüzde %80'i yıkılmış durumda, gelenlerin bıraktığı şişeler, cam kırıkları ve duvar yazıları. Uygarlıklara gösterilen saygı modelimiz bu olmalı dedim...

Manastırın bir kapısı üzerinde 1771 bir diğerinde 1795 tarihileri kazınmış.Bu tarihler manastırın onarım tarihleriymiş. Ne yazık ki ben onarılan birşey görmedim. Fotoğraflara birde siz bakın bakalım...


Rumlar zamanında, evlenmek isteyen kızların dilek kapısı olarak ün salmış olan bu manastır bence bugünde aynı veya benzer bir amaç için hizmet vermeli.

Manastırın bulunduğu konumu ve muhteşem manzarasını anlatmam imkansız. Adanın uç noktasında yer alıyor, kelimenin tam anlamıyla süper.


Patriça’dan yapmadan dönmeyin listem…1. Ayışığı manastırında denize girmeden (yanınıza deniz ayakkabınızı almayı unutmayın, sahil kayalık çünkü)
2. Kıyıda deniz kabuğu toplamadan (Sedef kakma işlerinde kullanılan sedefler bilindiği gibi dev midyelerden elde ediliyor. Bu tür midyelere ise "Pina" adı veriliyor. Patrica'nın denizden 100 metre açıkta bulunan adası "Bırmıcalar" çevresinde bolca bulunan dev midye pinalar, deniz dibinde toprağa sıkıca tutunarak yaşamlarını üreyerek devam ettiriyorlar. İstiridye kabukları, deniz minareleri, renkli canlılar, yosun türleri ilginizi çekiyorsa deniz gözlüğü ve şnorkelle bunları derinlere dalmadan görebilme imkanı bulunuyor).
3. Taş ev de vakit geçirmeden, bahçeden koparılan börülce, bamya, patlıcan, domates, biberlere fırında güveç veya köy yumurtasıyla sahanda yumurta yemeden,
4. Gün batımını seyretmeden dönmeyin.
Not: Birde saklı boğaza giden bir yol var(sonra size tarif ederim). Nefis bir yer, küçük adalarına denizin içinden yürüyerek geçebiliyorsunuz. Denizin üzerinde zıplayan balık sürüleri, kelimenin tam anlamıyla büyüleyici.

Tuesday, July 18, 2006

Kydonia

Anlatımlarıma başlamadan önce, herkesin bir listesi vardır ya, yapmadan dönmeyin şeklinde, işte benimde yapmadan dönmeyin listem;
1. Sabah 6:30'da ilk okul çocucukları fırınlardan simit tablalarını dolduruyorlar ve kapı kapı dolaşıp simit satıyorlar, almadan ve yemeden,
2. Eski kahvelerin birinde oturup, muhabet etmeden,
3. Sokaklarında dolanıp fotoğraf çekmeden,
4. Yıldızlı-ay çöreğini,Yoğurtlu kahve çöreğini tatmadan,
6. Şeytan sofrasında gün batımını seyretmeden,
8. Göbek enginarında karides yemeden dönmeyin.
Tabiki bu sadece Kydonia için, Cunda ve diğerleri için 2.ve 3. bölümleri beklemeniz gerekiyor.
resimlerin tamamı için burayı tıklayabilirsiniz.







Kydonia- Ayvalık.
Ufak bir haftasonu gezisine sığdırılan büyük tatil. Yerli halkıyla sohbet, şeytan sofrasında gün batımı, yeni keşifler, masmavi buz gibi bulunmaz deniz ve birçok diğer hikaye... (cunda (mis kokulu ada), patarice ve diğerleri olamak üzere 3 bölümde anlatılacaktır efendim)...



Monday, July 10, 2006

Kayıp şehir- The Lost City


Bu filme Andy Garcia'yı izlemek için gitmiştim :-)(Birde gerçek bir olaya dayandığı için!!!).

Filmi izledikten sonra, çok da iyi bir seçim yapmışım dedim. Andy Garcia şühesiz çok hoştu ve uzun bir aradan sonra seyrettiğim güzel filmlerden bir tanesiydi.

Görüntü Yönetmenin(Emmanuel Kadosh'un) ellerine sağlık demek istiyorum. Çekimler çok güzeldi. (Not:resimdeki sahne süperdi, birde deniz çekimleri...)

Filmin bir karesinde şöyle bir konuşma geçiyordu, "Benimle gel", "Seni seviyorum, ve tüm bunlar benimle gelmen için yeterli değil mi" okadar içten ve isteyerek söylüyordu ki bu cümleyi vs. vs..sanıyorum o sahneyi seyreden bayanların tümü, "bende bende bunları duymak istiyorum diyeceklerdir"; ne diyelim, isteyen herkese kısmet olsun.

Film'in Soundtrack'ini en kısa sürede alacağım. Parçalar,insanın içini kıpır kıpır ediyordu.

Andy Garcia'nın ülkesi için vefa borcunu bu filmle ödediği söyleniyor.

Biraz bilgi taraması yaparken Andy Garcia hakkında yeni bilgiler edindim;

Andy Garcia'nın gerçek adının "Andrés Arturo Garcia Menéndez" olduğunu öğrendim. 12 Nisan 1956 Havana,Kübada doğmuş.Garcia 5 yaşındayken ailesi ile birlikte Miami'ye göç etmişler.
Garcia bir yapışık ikiz olarak dünyaya gelmiş. Gelişmemiş olan ikizi ameliyatla ayrılmış. Omuzunda bu ameliyattan kalan bir iz varmış.
Andy Garcia, çıplak sahnelerin bulunduğu filmlerde kesinlikle oynamıyormuş.Gloria Estefan'ın "I See Your Smile" video klibindeki garsonlardan biriymiş.
İlk filmi:1983 yılındaki "A Night in Heaven"'miş.

The Lost City
Oyuncular:
Andy Garcia (Fico Fellove) , Dustin Hoffman (Meyer Lansky) , Inés Sastre (Aurora Fellove) , Bill Murray (Yazar) , Tomas Milian (Don Federico Fellove) , Richard Bradford (Don Donoso Fellove) , Nick Corri (Che Guevarra) , Enrique Murciano (Ricardo Fellove)
Senaryo:
G.Cabrera Infante

Friday, July 7, 2006

Ayıp Oluyor Biliyorum Ama...


Biliyorum ayıp oluyor!!! :-)))) ama, sevimli ve bir o kadar da güzel bir yer ayarladım. Haftaya, uzun haftasonu tatili için oradayım. Yandaki resim gideceğim yerden sadece bir kare. Fotoğraflarımı size armağan edersem ödeşeriz değil mi? :-)))

Thursday, July 6, 2006

500 Yıl Önce Neler Olmuş


Tarih'de 500 yıl önce neler olmuş diye merak ettim ve bakın neler buldum:

1500 World population 400 million.

1501 First flush toilets.

1502 Coiled springs invented.

1503 Leonardo da Vinci begins painting the Mona Lisa. Michelangelo sculpts the David (finished in 1504). First handkerchief used in Europe.

1506 The building of St Peter's Basilica started in Rome under Pope Julius II. The idea of a church for the popes was conceived by Nicholas V during his reign (1447-1455.) Walls were erected, but construction stopped when Nicholas died. Building would be completed in 1626.

1509 Michelangelo paints the ceiling of the Sistine Chapel.

1510 Leonardo da Vinci designs horizontal water wheel, an early version of the modern water turbine. Pocket watch invented by Peter Henlein, who also invents the spring-powered clock.

1515 Coffee from Arabia appears in Europe.

1516 Music printed for the first time, in Italy. Erasmus produces a Greek/Latin parallel New Testament.
1540 Potato brought to Europe from South America. Ether, an early anaesthetic, was made from alcohol and sulphuric acid.

1545 First botanical garden established, in Italy.

1548 First theatre with a roof opens in Paris.

1550 Berretta family of Italy begin making guns.

1556 The worst earthquake in history in China's Shansi Province kill 830,000 people. Tobacco imported to Europe from America by French ambassador to Lisbon, Jean Nicot (after whom nicotine is named). [A decade later, Sir Walter Raleigh took tobacco to England and became largely responsible for popularizing smoking among Europeans.]

1565 The pencil invented in England.

1578 William Bourne, a British mathematician, draw plans for a submarine.

1580 Francis Drake completes circumnavigation of earth.

1582 Gregorian calendar adopted.

1583 Galileo demonstrates that successive beats of a pendulum always take place in the same length of time, regardless of the distance through which the "pendulum do swing".

1589 William Lee invents the first knitting machine, the stocking frame.

1590 Microscope invented by Dutch spectacle maker Zacharias Janssen. Shakespeare begin his career. Galileo experiments with falling objects.

1593 Galileo invents a water thermometer.

1599 Globe Theatre built in London on the south bank of the River Thames.

Sil Baştan- Eternal Sunshine of the Spotless Mind


Film ile ilgili aklımda kalan:
Kişiler, ilişkideki güzellikleri ve acıları tatmak için, sonu olmayacağını düşündükleri ilişkiyi herşeye rağmen yinede yaşamak isterler.
Oyuncular:
Jim Carrey, Kate Winslet, Kristen Dunst

Wednesday, July 5, 2006

Saçmalıklar


Daha Önce size Boğaziçi Köprüsünden geçişte yaşadığım saçmalığı anlatmıştım. Bugün KGS hesap ekstrem geldi. Olaya bakarmısınız;



dilekçemi yazdım. Şikayetde bulundum. Bakalım sonuç ne çıkacak. Ne anlamsız bir olaydır, ne saçmalıktır bu.
1 saniye içersinde Boğaziçi Köprüsünden 2 defa geçtiğim söyleniyor. Bu ne hız değil mi?


Olay burada kesinlikle 2,4 Ytl değil. Yapılan haksızlık. Bu adaletsizliğe gereğinden fazla üzülüyorum.


Neye benziyor biliyormusunuz: Ömrümün sonuna kadar çalışsam, boğazda istediğim konumda bir ev sahibi olamayacağım. Ama birileri gelip, oraya gecekondu yapıyor, sonra apartman dikiyor ve köşeyi dönüyor. Onlarında elektirik, su, yol vergisi bizim ücretlerimizden kesiliyor. Herşey çalışanın vergisi ile ödeniyor.
KGS kartı olanlarada kaçak geçen araçların ücretleri ödettiriliyor. Ne Saçmalıktır bu.

Tuesday, July 4, 2006

Picasa Web Album-Bodrum


resimlerin devamı için bu link'i ziyaret edebilirsiniz.
Biliyorum, tatil, tatilde, tatilde nereye kadar Arzu diyorsunuz. Söz, artık ekleme yapmayacağım, son gittiğim tatilin son resimleriydi bunlar. :-))))

Monday, July 3, 2006

Rodin- Sergi SSM

“Sanatçı, yaptığı işten zevk alan kişidir.” Rodin. Hayatının 55 yılını, yoksulluk içinde yaşamış, istediği sanat okullarının hiçbirine gençliğinde kabul edilmemiş, bunun yerine seramik fabrikasında çalışmış, farklı heykeltraşların yanında heykeller yapmış, ama çıkarttığı eserlerin bir çoğuna kendi imzasını atamamış .
Yaptığı heykeller kusursuz olunca, eleştirmenler tarafından kalıp dökerek, model çıkarttı suçlamalarında bulunulmuş (bir sanatçıya yapılabilecek en ağır ve acı suçlama) ve tüm bunlara karşın mücadeleden ve yaptığı işten vazgeçmemiş.
Eserlerini tamamlamakla suçlanmış. Rodin ise bunlara şu cevabı vermiş; peki ya katedraller, ya doğa da herşey tam mı, benim eserlerimde eksik görmüyorum”.
Rose Beuret’i sadık kalmış ve ölene kadar terk etmemiş, Camille Claudel’i sevmiş, kopamamış ama yolları ayrılmış.
Camille Claudel, Rodin’e derin bir aşk beslemiş ve bu aşkı onu çılgınca şeyler yapmaya itmiş, Rodin’i eserlerini kopyalamakla suçlamaya ve son 30 yılını akıl hastanesinde geçirmeye kadar götürmüş.
Rodin kendini bulak için İtalya’ya gitmiş (çok yoksul olduğu için İtalya’ya kadar yürümüş) ve Michelangelo’dan esinlemiş.
Fransa hükümeti tarafından, kendisine ev verilmiş. Bugün bu ev müze.Krallar, devlet adamları ziyaret etmiş.
Rodin, heykellerine; “HALKIM” diyormuş. Birçok el, bacak ,kol yapmış. Daha sonra, bunları yapacağı eserler için arşiv olarak kullanmış.
Rose Beuret ve Rodin’e duyulan saygı onları evliliğe götürmüş. 77 yaşında evlenmişler ve Rose, evlendikten bir ay sonra vefat etmiş. Rodinde, Rose’un ölümünden çok kısa bir süre vefat etmiş (birbirini çok seven insanların, ölümdede birbirlerini takip ettiklerine inanıyorum).
Daha fazla yazmak istemiyorum. Ama SERGİYİ MUTLAKA GEZMELİSİNİZ diyorum.
Sergide en çok etkilendiklerim;
“ACI” : taşa yaslanmış bir kadın, nefis. “Sağ El”, “Öpücük”, “Victor Hugo” nun önünde, az sonra benimle konuşacağını düşündüm, “yardılış” ve ışığı yakalamaya çalışan resam. Süper...
Şimdiden sizlere iyi gezmeler...

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html