Eskiden Haliç'in kuzey karşı yakasında bulunan ve yerleşim alanı olmayan alana "karşıyaka", "öte" anlamına gelen Pera'dan kaynaklanan "Peran Bağları" deniliyormuş.
Beyoğlu adının ortya çıkmasına ilişkin çeşitli rivayetler var.Bunlardan birisine göre; Beyoğlu adı, Fatih Sultan Mehmed zamanında Pontus prenslerinden Aleksios Kommenos'un islamiyeti kabul ederek burada oturmasından kaynaklanır. İkincisine göre ise; burada oturan Pontus prensi değil, Kanuni zamanındaki Venedik elçisi Andre Giritti'nin oğlu Luigi Giritti'dir. Türkler'in "Bey Oğlu" diye andıkları bu adam,elçinin bir Rum kadınla evlenmesinden dünyaya gelmiştir. Oturduğu konakta Taksim yakınında bir yerdedir. Diğer birine göre ise; Kanuni Sultan Süleyman döneminde burada oturan Vendedik elçisine yazışmalarda Beyoğlu dendiği için bu semt de Beyoğlu adını almıştır.
Haaaaaaaaaaa... bana sorocak olursanız ikinci hikaye kulağa daha hoş ve doğru geliyor. Nede olsa içinde aşk var... vs.vs...:-)
Pera adı, 1952'de resmi yazışmalardan çıkarılmış ve gittikçe unutulur hale gelmiş. Hoş benim gönlüm Beyoğlu'nun Pera olarak anılmasından yana... Bugün, mork soğukluğundaki beyaz floresan aydınlatmanın ve ucuz görünümlü vitrinlerin yerine, yeniden günbatımının sarılığını veren, çiçekler sarkan ferfoje sokak lambalarının, ahşap çerçeveli resim tablosu gibi vitrinlerin, İstiklal caddesinde yer almasını arzu ediyorum. Yılda anlamsızca iki kez sökülen beton gri kaldırım taşlarının yerine Arnavut kaldırımlarının olmasını hayal ediyorum... Her 100 mm'lik kare taşta sivri topukların çıkardıkları melodileri duymak istiyorum. Arnavut kaldırımı deyince de bir şarkı sözü geldi aklıma Demet Sarıoğlu'nun seslendirdiği "Biten sevgilerin ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam, her sözde her gözde şefkat aramam Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa, Giden aşklarımın ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam, Her sözde her gözde şefkat aramam,Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa
Dün seni gördüm rüyamda,Arnavut kaldırımlı boş sokakta, Ah bir dili olsa da bir konuşsa, Anlatırdı masumca seni bana,Öpsem bebek gözlerinden çok ağlatırlar
Sarsam seni kollarımdan bir gün alırlar,Sevsem seni doyasıya yıpratırlar
Bir sürü kuru gürültü parçalar sevgimizi,Ey kader böyle mi olmalı solmalı sevgililer
Giden aşklarımın ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam Her sözde her gözde şefkat aramam Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa Dün seni gördüm rüyamda" hhhhhmm
Neyse dönelim Beyoğlu'na... Galatasaray Lisesinin hastane Tıbbiye-i Adliye-i Şahane", Tüyap'ın Tiyatro, Turkcell Binası'nın otel olduğunu biliyormuydunuz. Yada Aslı Han'ın Krepen ve Çiçek Pasajınında iş merkezi olduğunu... Yolculuğa hazırsanız başlayalım...!!!
Galatasaray Lisesi
1831-1862 yılları arasında Galata Sarayı sultanisi tarafından bir tıp okuluna dönüştürülmüş ve adı Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olmuş. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra da, 2. Mahmut tarafından içinde bir hastane yapılarak Tıbbiye Mektebi olarak açılmasına karar verilmiş. O zamanlar Çanakkale cephesinden çok sayıda yaralı asker İstanbula geliyormuş... Pierre Loti'nin "Bezgin Kadınlar" romanının kahramanlarından olan Zinnur ve Cevat Paşa'nın kızı Emine Semiye Hanımlar gönüllü hemşire olarak burada çalışıyorlarmış. Dönemin önemli hekimlerinden Besim Ömer Paşa tarafından yönetiliyormuş. Ve bugün karşımızda Galatasaray Lisesi... Ne garip bir dönem savaş yaralılarının tedavi edildiği hastane, diğer bir dönemdede kaybolan çocukları için gösteri yapan annelerin yeri...Bugün bahçesi ile ve görkemli süslü kapısı ile İstiklal de geçmişini koruyan ender yerlerden bir tanesidir. Galatasaray Lisesi ....devam edecek...
skip to main |
skip to sidebar
bugün sizlere beyoğlunu anlatacaktım... Kitapları, internet'i karıştırdıkça tarihin içinde kayboldum gittim. Öğrendiklerimi özetleyeyim dedim olmadı. Hepsini paylaşmak, anlatmak istiyorum. O yüzden şimdilik resimleri gösteriyorum ve ileride bölüm bölüm Beyoğlunu anlatacağım...
Tabi çok sevdiğim İstanbul için yazılan bir şiiride şuraya eklemeden edemeyeceğim...
Yazan:Ziya Osman Saba
İstanbul
Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi'nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.
Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım!
Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.
Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul'um benim,
Kadıköy'ü, Üsküdar'ı...
Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar'da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel'in kokusunu.
Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
"İçi dolu çamaşır."
Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Herşey içimde, herşey,
İstanbul yadigarı.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir
Bugün, sizlere iş yerimin bulunduğu Kurtuluş semtini anlatmak istiyorum.
Aralık ayının başından itibaren caddeyi gören odamınkarşısındaki evlere bakıyorum, hepsi ışıl şıl çam ağaçlarını süslemişler camlara noel babalarını asmışlar ve hele bir tanesi var ki... camda merdivenlere tırmanan bir noel baba süper...görülmeye değer...Gelelim konumuza...
Bu azınlıkların evlerine bakınca acaba geçmişte nasıl yaşamışlar, buralarda neler yapmışlar diye düşündüm ve tarih araştırmasına giriştim.
Pangaltı’nın bulunduğu tepeden güneye doğru inen bir dere yatağı varmış bu dereyatağının batıdan ve güneyden çevirdiği tepelere Aya Dimitri tepeleri denirmiş. Bu isim 16.yüzyılda yapılan Rum-Ortadoks kilisesinden geliyormuş. Sonraları burada tavlalar (at ahırları) yapılınca, semt, ahırları simgeleyen tatavla adını almış ve Cumhuriyet’te isimlerin Türkçeleştirmesine kadar da bu isimle anılmış.
Tatavla’nın ilk halkının tersanelerde çalışması nedeniyle tersaneliler olarak anılmaya başlamışlar. Sonralarıda çeşitli mesleklerle ilgilenmeye başlamışlar. Tatavlalı ayakkabı yapımcıları çok ünlüymüş, hatta beyoğlunda bazı tatavlalıların ayakkabılarını satan dükkanlar varmış.Tatavlalıların bir de tulumbacıları ünlüymüş, yangın söndürmedeki başarıları ağızdan ağıza konuşuluyormuş, gazetelerde övgü dolu sözlerle anlatılıyormuş.
Paskalya yortusundan önceki perhiz döneminin ilk Pazartesi, Tatavla’da ünlü Baklahorani panayırı yapılırmış. Tüm yörelerden gelenler olurmuş, eğlenceler düzenlenirmiş ve sadece perhiz yemekleri ve özellikle de bakla yenirmiş. O yüzden panayıra Baklahorani denirmiş.
Ahhhh...ahhhhh...O zamanlarda yaşamak varmış. Bakla en sevdiğim yemeklerden bir tanesidir. Hele favaya bayılıyorum. Sevgili Demet arkadaşım ısrarla ona yaptığım favanın tadını unutmayarak beni bu konuda fava pişirmeye zorlasa da uzun bir müddet hiç şansı olmayacak....
Neyse dönelim Tatavla’ya...
Tatavla’nın spor kluplerinin ünü yurt dışında da çok yaygınmış. 1908’de kurulan Astir adlı futbol takımı, İstanbul en ünlü takımlarından birymiş.
Sanat etkinlerininde önemli bir yeri varmış. 1911’de kurulan Amfion adlı müzik merkezinin mandolin orkestraları ve koroları İstanbulun çeşitli yerlerinde konserler verirmiş.
Cumhuriyet’e kadar sakinlerinin büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyormuş, Erminler ve az miktarda Yahudilerin de yaşadığı Tatavla, Kurtuluş olduktan sonra bu özelliğini biraz daha korumuş fakat ne yazık ki zamanla yitirmiş. Neden acaba demeden edemiyorum... Canım Türkiyem ve canım insanlarım benim...
Neyse bugün camımdan bakarken bu ailelere ait izler görüyorum ve mutlu oluyorum...
Sizlere karşılaştırmanız için eski ve yeni hallerinin resmini göstereyim... Yeni halinin resmi bugün iş yerimden bana hediye gelen yeni digital fotoğraf makinemle çekilmiştir. Bilginize...
Haaaaaaaaa... Bu arda yarın Beyoğlu ve Teşvikiyeyi anlatıcağım çünkü en sevdiğim yerler...!!!
Lütfen kış gelsin artık... Boyumuza kadar kara gömülelim ve canım İstambulumun tüm yolları kapansın...İşyerleri ulaşılmaz olsun...Her mevsimi olduğu gibi yaşamak güzel.Aralık ayındayız ve ben artık çam ağaçlarının üzerinde beyaz kar taneleri görmek istiyorum...
Prag...
Prag'da Sonbahar... Karanlık saatler neyi anımsatır size; neyi anımsatır fısıldanan yarım sözler, iterken gün ışığına otları ,çiçekleri? Robert Graves 'in 'Sevdaların Kışı' uzun bir acıyı mı getirir düşlerinize; yoksa zamansız bir kaçışı mı büyütür gözlerinizde?..Simdi sonbahar yağmurlu kapıların altında şarkı söylüyor, mevsimler yanarken yüreklerimizde... Suskunuz artık, mevsimler vız geliyor hepimize... Uykudan uyanan bir kız çocuğunun gülümsemeleri avutuyor bizi, zamanın açık penceresinden... Sevginin çoğalması ne anlam taşıyor, haydi bakalım bu kez sen anlat!.. De ki: ''Umutsuz bir umutla ölmek, ama düşersen ellerine Savaş çapulcularının, kurtulmak için pençelerinden Boy göstermek yeniden bir tören alanında, Yaralı ve göğsü madalyalarla dolu, kaldırıp kılıcın Kahraman bir bölüğe yeniden kumanda etmek'' Artık kalmamalı ne öfke ne pişmanlık ne de suçu paylaşma!.. Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına! Sen mutlaka bu gece Prag'da olmalısın ve Kafka 'yı okumalısın... Sabaha karşı gökyüzünde yıldızlar oynaşırken mutlaka Tuna Nehri 'ne bakıyor olmalısın... Charles Köprüsü'nde şafak sökerken yürümelisin... Bir öğle vakti Franz Kafka'nın doğduğu evi görmelisin; Mozart 'in Don Giovanni'yi ilk kez sahneye koyduğu Estates Tiyatrosu 'nun önünde sarı saçlı, mavi gözlü kızdan bohemya kristal bebekler almalısın, sonra da Antonin Dvorak Müzesi 'ni gezmelisin... Eğer o saatlerde Wenceslas Meydanı 'nda IMF karşıtı gösteriler yapılmıyorsa, müzisyen ve soytarıları seyretmelisin... Çocuksu düşler kurmalısın bir sabah Prag'da Tuna Nehri 'ne bakarken... Bir ara, geçmişe dönmelisin , gri gölgelerle kaplı 1968 Ağustosu'nda, Prag'da tankların paletlerinde ezilen çocukları, yıllar sonra da sosyalizmin coşkusunu düşünmelisin... Sormalısın kendi kendine: ''Ve bu mudur mutluluk? Çifte intihardan sonra Yürek yüreğe karşı yeniden hayata dönmek, Düzeltmek saçlarını, silmek dökülen kanı, Gencecik bir kız bulup kulağına gecede 'Sonsuza kadar' diye yeminler fısıldamak.'' Ne tartışma, ne öfke, ne pişmanlık ne de suçu paylaşma... Ağu vardı kadehte, getiren kim bize ne! Ne ölen aşkımıza yas , ne uluyan fırtına... Karanlıklarda esen, hüznün gülüşü yalnız!.. Bir soğuk kış manzarası , çitleri kar örterken!... Başını hafifce göğe kaldır istersen, bak yağmur yağıyor mu? Kafka'nın evini gezerken bir tuhaf yalnızlık yaşayacaksın!.. Eğer noktalı virgülleri, ünlemleri, soruları yerli yerine koyabiliyorsan inan mutlu olacaksın!.. Prag'da bu pazar ne düşünüyorsun bilmiyorum!.. Bilirim Prag'a sonbahar yakışır!.. Sen de Prag'a... Peki sen Miroslav Holup 'u tanır mısın: ''Git aç kapıyı Belki bir ağaç Bir koru Belki bir bahçe Ya da sihirli bir kent vardır dışarda. Git aç kapıyı. Sis olsa bile dışarda Dağılır Git aç kapıyı Islak karanlıktan başka, Oyuk rüzgardan başka Hiçbir şey olmasa bile dışarda. Git aç kapıyı. Hiç olmazsa Esinti olur Bir parça.'' Kafka'nın evinden çıktığında ıhlamur ağaçlarının üstünde kuleler göreceksin Prag'da... Uzaklarda ağır bulutlar ve hafif yol vardır... Sonra yum gözlerini ve düşün... Ne savaşlardan konuş ne zindanlardan ... deniz fırtınasından konuş... Herbert'in dünyasının ekseninin gıcırdayıp gıcırdamadığına bak, çürümenin paramparça hecelerinden söz et... Adsız çocuklarımızı düşün!.. Yaşamın kahreden o acı bahçelerinde gezin; inatçılığın, bencilliğin, ikiyüzlülüğün karşısında diren!.. Çünkü direnmek sana yakışır!..
Mayıs veya Hazira aylarının ilk haftasında Italya'nın Tuscany bölgesinde Fiat Uno ile yapacağım yolculuğa sizlerde davetlisiniz efendim....Mystic şatolarında, datilini, currvette, fusilli, fafalline, fantasie Ghiotte makarnalarını yerken ve yanında Lamberti soave classico, pinot grigo, bionco di custoza, merlot delle venezia şaraplarından herhangi birini yudumlarken sadece ve sadece yeşil kadifeyi seyredeceğim...
Pages
Thursday, December 29, 2005
Wednesday, December 28, 2005
PERA-BEYOĞLU
bugün sizlere beyoğlunu anlatacaktım... Kitapları, internet'i karıştırdıkça tarihin içinde kayboldum gittim. Öğrendiklerimi özetleyeyim dedim olmadı. Hepsini paylaşmak, anlatmak istiyorum. O yüzden şimdilik resimleri gösteriyorum ve ileride bölüm bölüm Beyoğlunu anlatacağım...
Tabi çok sevdiğim İstanbul için yazılan bir şiiride şuraya eklemeden edemeyeceğim...
Yazan:Ziya Osman Saba
İstanbul
Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi'nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.
Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım!
Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.
Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul'um benim,
Kadıköy'ü, Üsküdar'ı...
Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar'da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel'in kokusunu.
Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
"İçi dolu çamaşır."
Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Herşey içimde, herşey,
İstanbul yadigarı.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir
Tuesday, December 27, 2005
TATAVLA... KURTULUŞ
Bugün, sizlere iş yerimin bulunduğu Kurtuluş semtini anlatmak istiyorum.
Aralık ayının başından itibaren caddeyi gören odamınkarşısındaki evlere bakıyorum, hepsi ışıl şıl çam ağaçlarını süslemişler camlara noel babalarını asmışlar ve hele bir tanesi var ki... camda merdivenlere tırmanan bir noel baba süper...görülmeye değer...Gelelim konumuza...
Bu azınlıkların evlerine bakınca acaba geçmişte nasıl yaşamışlar, buralarda neler yapmışlar diye düşündüm ve tarih araştırmasına giriştim.
Pangaltı’nın bulunduğu tepeden güneye doğru inen bir dere yatağı varmış bu dereyatağının batıdan ve güneyden çevirdiği tepelere Aya Dimitri tepeleri denirmiş. Bu isim 16.yüzyılda yapılan Rum-Ortadoks kilisesinden geliyormuş. Sonraları burada tavlalar (at ahırları) yapılınca, semt, ahırları simgeleyen tatavla adını almış ve Cumhuriyet’te isimlerin Türkçeleştirmesine kadar da bu isimle anılmış.
Tatavla’nın ilk halkının tersanelerde çalışması nedeniyle tersaneliler olarak anılmaya başlamışlar. Sonralarıda çeşitli mesleklerle ilgilenmeye başlamışlar. Tatavlalı ayakkabı yapımcıları çok ünlüymüş, hatta beyoğlunda bazı tatavlalıların ayakkabılarını satan dükkanlar varmış.Tatavlalıların bir de tulumbacıları ünlüymüş, yangın söndürmedeki başarıları ağızdan ağıza konuşuluyormuş, gazetelerde övgü dolu sözlerle anlatılıyormuş.
Paskalya yortusundan önceki perhiz döneminin ilk Pazartesi, Tatavla’da ünlü Baklahorani panayırı yapılırmış. Tüm yörelerden gelenler olurmuş, eğlenceler düzenlenirmiş ve sadece perhiz yemekleri ve özellikle de bakla yenirmiş. O yüzden panayıra Baklahorani denirmiş.
Ahhhh...ahhhhh...O zamanlarda yaşamak varmış. Bakla en sevdiğim yemeklerden bir tanesidir. Hele favaya bayılıyorum. Sevgili Demet arkadaşım ısrarla ona yaptığım favanın tadını unutmayarak beni bu konuda fava pişirmeye zorlasa da uzun bir müddet hiç şansı olmayacak....
Neyse dönelim Tatavla’ya...
Tatavla’nın spor kluplerinin ünü yurt dışında da çok yaygınmış. 1908’de kurulan Astir adlı futbol takımı, İstanbul en ünlü takımlarından birymiş.
Sanat etkinlerininde önemli bir yeri varmış. 1911’de kurulan Amfion adlı müzik merkezinin mandolin orkestraları ve koroları İstanbulun çeşitli yerlerinde konserler verirmiş.
Cumhuriyet’e kadar sakinlerinin büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyormuş, Erminler ve az miktarda Yahudilerin de yaşadığı Tatavla, Kurtuluş olduktan sonra bu özelliğini biraz daha korumuş fakat ne yazık ki zamanla yitirmiş. Neden acaba demeden edemiyorum... Canım Türkiyem ve canım insanlarım benim...
Neyse bugün camımdan bakarken bu ailelere ait izler görüyorum ve mutlu oluyorum...
Sizlere karşılaştırmanız için eski ve yeni hallerinin resmini göstereyim... Yeni halinin resmi bugün iş yerimden bana hediye gelen yeni digital fotoğraf makinemle çekilmiştir. Bilginize...
Haaaaaaaaa... Bu arda yarın Beyoğlu ve Teşvikiyeyi anlatıcağım çünkü en sevdiğim yerler...!!!
Thursday, December 22, 2005
YAŞAMDAN DAKİKALAR
Bugün yaşamdan dakikalardan bahs etmek istiyorum... Perşembe günleri TV8... Sunay Akın, Haşmet Babaoğlu,Hıncal Uluç ve Nebil Özgentürk’ün birlikte hazırladıkları nefis bir sohbet programı(ben keyif programı demek istiyorum)... Neden keyif demek istediğimi anlatayım... Çünkü herşey hakkındaki bilgiyi yılların birikimine sahip bu insanlardan değişik yorumlarla dinliyorum... Arada sırada Hıncal Uluç’un beyaz tahtaya bir mısra karalaması ve Haşmet Babaoğlu'nun yorumuyla o mısrayı dinlemek, kitaptan okumaktan çok farklı...
Her Perşembe akşamı yayınlanıyor ve Pazar günü öğleyin tekrarı oluyor yaşamdan dakikaların... Bu programı dinlerken şöyle bir iç geçiriyorum... Acaba Canım Türkiyemdeki insanların %40’ı böyle bir birikime sahip olsaydı ülkem nasıl olurdu? Neyse fantastic düşüncelerimden kurtarayım kendimide size dün akşam onlardan öğrendğim birkaç şeyden bahs edeyim. Aziz Nesin yaşasaymış bugün tam 90 yaşında olacakmış...tabiki bende onu bugün anmak istiyorum ve onun bir şiirini şu araya sıkıştırıyorum...
YASIYORUM DEMEK
Çok merak ediyorum kendimi
Basima bir sey mi geldi
Öldüm mü kaldim mi
Hiçbir haber yok kendimden
Bu sabah kapimi çaldým
Kapiyi açan kendim
Bir süre kendime baktim
Bu güleç yüz bendim
Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yasiyorum demek
Benden baska yok kimsem
Beni merak edecek
Aziz NESiN
Sonra Nürünberg’de dünyanın en büyük ve en eski oyuncak müzesinin olduğunu öğrendim. Bu şehir nazilerin yaptıkları soykırımlarla ve enginizasyon mahkemeleri ile tanınıyormuş. O karanlık günleri unutturmak ve şehrin imajını değiştirmek için bir oyuncak müzesi kurulmuş. Bu oyuncak müzesinin sembolü bir tavşan. Ama sıradan bir tavşan değil bu. Turuncu bir tavşan. Albert Dürer tarafından 1502 yılında çizilmiş “a young hare” isimli tavşanın ta kendisi bu.Böylece Nürünbergliler Dürer’in tablosunu kullanrak hem resamlarını ölümsüzleştiriyorlar hemde şehirlerinin karanlık yüzünü aydınlatıyorlar. Bu ünlü tavşanın resmini de size göstermeden edemeyeceğim.
Dürer aynı zamanda bir gergadanın da resmini çizmiş. Hemde sadece halkın arasında efsane olan ve onların anlatımlarından edindiği bilgilerle.. Bence bir insan hiç gergadan görmeden bir gergadanı bukadar güzel çizebilir.
Evet son olarak da King Kong filmi… Bu filimin neden bukadar bir hayran kitlesi olduğunu ve gişe rekorları kırdığını biliyormusunuz?
1929 yılları bunalım döneminden çıkan Amerika bu filmi yapmaya karar vermiş. Neden mi çünkü o dönemler de Darwin’in teorisinin okullarda okutulması büyük bir olay olmuş. Gelin görünkü bende dün yine aynı tartışmayı Radikal gazetesinde okudum. Yıllar demek ki bazı düşünceleri yok edemiyor. Ben King Kong filmine geri döneyim yine… İşte bu Darwin’in teorisini hoş göstermek için bu filmi çevirmişler. Filimde bir gorili sarışın kıza aşık etmişler. Biliyormuydunuz gorilin parmağıyla kızı sevmesi bugüne kadar çevrilmiş en erotik sahneymiş. Hoş 1976 yıllarındaki King Kong sadece aşk olayını anlatmış Ozamana kadar da bir sürü sahtesi çevrilmiş. Bugün yine gösterimde ve yine büyük olay yaratıyor… Ha bana soracak olursanız ben anlamam bir gorilin insana olan aşkını. Bana bir insanın diğer bir insana duyduğu aşk lazım. Neyse son olarak Aziz Nesin’in aşk üzerine yazdığı bir şiirle noktalayım bugünkü yazımı…
Sevişirken yılan bile dokunmaz
Tapınmakta aşktan saygın olamaz
Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan uzak kalmak ölümden
Hep aşk üzre olmaslısın a caanım
Ki ölüm de sevişirken kıyamaz
Aziz Nesin
Her Perşembe akşamı yayınlanıyor ve Pazar günü öğleyin tekrarı oluyor yaşamdan dakikaların... Bu programı dinlerken şöyle bir iç geçiriyorum... Acaba Canım Türkiyemdeki insanların %40’ı böyle bir birikime sahip olsaydı ülkem nasıl olurdu? Neyse fantastic düşüncelerimden kurtarayım kendimide size dün akşam onlardan öğrendğim birkaç şeyden bahs edeyim. Aziz Nesin yaşasaymış bugün tam 90 yaşında olacakmış...tabiki bende onu bugün anmak istiyorum ve onun bir şiirini şu araya sıkıştırıyorum...
YASIYORUM DEMEK
Çok merak ediyorum kendimi
Basima bir sey mi geldi
Öldüm mü kaldim mi
Hiçbir haber yok kendimden
Bu sabah kapimi çaldým
Kapiyi açan kendim
Bir süre kendime baktim
Bu güleç yüz bendim
Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yasiyorum demek
Benden baska yok kimsem
Beni merak edecek
Aziz NESiN
Sonra Nürünberg’de dünyanın en büyük ve en eski oyuncak müzesinin olduğunu öğrendim. Bu şehir nazilerin yaptıkları soykırımlarla ve enginizasyon mahkemeleri ile tanınıyormuş. O karanlık günleri unutturmak ve şehrin imajını değiştirmek için bir oyuncak müzesi kurulmuş. Bu oyuncak müzesinin sembolü bir tavşan. Ama sıradan bir tavşan değil bu. Turuncu bir tavşan. Albert Dürer tarafından 1502 yılında çizilmiş “a young hare” isimli tavşanın ta kendisi bu.Böylece Nürünbergliler Dürer’in tablosunu kullanrak hem resamlarını ölümsüzleştiriyorlar hemde şehirlerinin karanlık yüzünü aydınlatıyorlar. Bu ünlü tavşanın resmini de size göstermeden edemeyeceğim.
Dürer aynı zamanda bir gergadanın da resmini çizmiş. Hemde sadece halkın arasında efsane olan ve onların anlatımlarından edindiği bilgilerle.. Bence bir insan hiç gergadan görmeden bir gergadanı bukadar güzel çizebilir.
Evet son olarak da King Kong filmi… Bu filimin neden bukadar bir hayran kitlesi olduğunu ve gişe rekorları kırdığını biliyormusunuz?
1929 yılları bunalım döneminden çıkan Amerika bu filmi yapmaya karar vermiş. Neden mi çünkü o dönemler de Darwin’in teorisinin okullarda okutulması büyük bir olay olmuş. Gelin görünkü bende dün yine aynı tartışmayı Radikal gazetesinde okudum. Yıllar demek ki bazı düşünceleri yok edemiyor. Ben King Kong filmine geri döneyim yine… İşte bu Darwin’in teorisini hoş göstermek için bu filmi çevirmişler. Filimde bir gorili sarışın kıza aşık etmişler. Biliyormuydunuz gorilin parmağıyla kızı sevmesi bugüne kadar çevrilmiş en erotik sahneymiş. Hoş 1976 yıllarındaki King Kong sadece aşk olayını anlatmış Ozamana kadar da bir sürü sahtesi çevrilmiş. Bugün yine gösterimde ve yine büyük olay yaratıyor… Ha bana soracak olursanız ben anlamam bir gorilin insana olan aşkını. Bana bir insanın diğer bir insana duyduğu aşk lazım. Neyse son olarak Aziz Nesin’in aşk üzerine yazdığı bir şiirle noktalayım bugünkü yazımı…
Sevişirken yılan bile dokunmaz
Tapınmakta aşktan saygın olamaz
Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan uzak kalmak ölümden
Hep aşk üzre olmaslısın a caanım
Ki ölüm de sevişirken kıyamaz
Aziz Nesin
Labels:
ondan bundan birazda benden
Thursday, December 15, 2005
Kış Gelsin artık
Lütfen kış gelsin artık... Boyumuza kadar kara gömülelim ve canım İstambulumun tüm yolları kapansın...İşyerleri ulaşılmaz olsun...Her mevsimi olduğu gibi yaşamak güzel.Aralık ayındayız ve ben artık çam ağaçlarının üzerinde beyaz kar taneleri görmek istiyorum...
Labels:
ondan bundan birazda benden
Friday, November 11, 2005
prague romance
Prag...
Prag'da Sonbahar... Karanlık saatler neyi anımsatır size; neyi anımsatır fısıldanan yarım sözler, iterken gün ışığına otları ,çiçekleri? Robert Graves 'in 'Sevdaların Kışı' uzun bir acıyı mı getirir düşlerinize; yoksa zamansız bir kaçışı mı büyütür gözlerinizde?..Simdi sonbahar yağmurlu kapıların altında şarkı söylüyor, mevsimler yanarken yüreklerimizde... Suskunuz artık, mevsimler vız geliyor hepimize... Uykudan uyanan bir kız çocuğunun gülümsemeleri avutuyor bizi, zamanın açık penceresinden... Sevginin çoğalması ne anlam taşıyor, haydi bakalım bu kez sen anlat!.. De ki: ''Umutsuz bir umutla ölmek, ama düşersen ellerine Savaş çapulcularının, kurtulmak için pençelerinden Boy göstermek yeniden bir tören alanında, Yaralı ve göğsü madalyalarla dolu, kaldırıp kılıcın Kahraman bir bölüğe yeniden kumanda etmek'' Artık kalmamalı ne öfke ne pişmanlık ne de suçu paylaşma!.. Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına! Sen mutlaka bu gece Prag'da olmalısın ve Kafka 'yı okumalısın... Sabaha karşı gökyüzünde yıldızlar oynaşırken mutlaka Tuna Nehri 'ne bakıyor olmalısın... Charles Köprüsü'nde şafak sökerken yürümelisin... Bir öğle vakti Franz Kafka'nın doğduğu evi görmelisin; Mozart 'in Don Giovanni'yi ilk kez sahneye koyduğu Estates Tiyatrosu 'nun önünde sarı saçlı, mavi gözlü kızdan bohemya kristal bebekler almalısın, sonra da Antonin Dvorak Müzesi 'ni gezmelisin... Eğer o saatlerde Wenceslas Meydanı 'nda IMF karşıtı gösteriler yapılmıyorsa, müzisyen ve soytarıları seyretmelisin... Çocuksu düşler kurmalısın bir sabah Prag'da Tuna Nehri 'ne bakarken... Bir ara, geçmişe dönmelisin , gri gölgelerle kaplı 1968 Ağustosu'nda, Prag'da tankların paletlerinde ezilen çocukları, yıllar sonra da sosyalizmin coşkusunu düşünmelisin... Sormalısın kendi kendine: ''Ve bu mudur mutluluk? Çifte intihardan sonra Yürek yüreğe karşı yeniden hayata dönmek, Düzeltmek saçlarını, silmek dökülen kanı, Gencecik bir kız bulup kulağına gecede 'Sonsuza kadar' diye yeminler fısıldamak.'' Ne tartışma, ne öfke, ne pişmanlık ne de suçu paylaşma... Ağu vardı kadehte, getiren kim bize ne! Ne ölen aşkımıza yas , ne uluyan fırtına... Karanlıklarda esen, hüznün gülüşü yalnız!.. Bir soğuk kış manzarası , çitleri kar örterken!... Başını hafifce göğe kaldır istersen, bak yağmur yağıyor mu? Kafka'nın evini gezerken bir tuhaf yalnızlık yaşayacaksın!.. Eğer noktalı virgülleri, ünlemleri, soruları yerli yerine koyabiliyorsan inan mutlu olacaksın!.. Prag'da bu pazar ne düşünüyorsun bilmiyorum!.. Bilirim Prag'a sonbahar yakışır!.. Sen de Prag'a... Peki sen Miroslav Holup 'u tanır mısın: ''Git aç kapıyı Belki bir ağaç Bir koru Belki bir bahçe Ya da sihirli bir kent vardır dışarda. Git aç kapıyı. Sis olsa bile dışarda Dağılır Git aç kapıyı Islak karanlıktan başka, Oyuk rüzgardan başka Hiçbir şey olmasa bile dışarda. Git aç kapıyı. Hiç olmazsa Esinti olur Bir parça.'' Kafka'nın evinden çıktığında ıhlamur ağaçlarının üstünde kuleler göreceksin Prag'da... Uzaklarda ağır bulutlar ve hafif yol vardır... Sonra yum gözlerini ve düşün... Ne savaşlardan konuş ne zindanlardan ... deniz fırtınasından konuş... Herbert'in dünyasının ekseninin gıcırdayıp gıcırdamadığına bak, çürümenin paramparça hecelerinden söz et... Adsız çocuklarımızı düşün!.. Yaşamın kahreden o acı bahçelerinde gezin; inatçılığın, bencilliğin, ikiyüzlülüğün karşısında diren!.. Çünkü direnmek sana yakışır!..
Tuesday, August 30, 2005
Bir Başka Blog
acupofcaffein'i ziyaret eden yağmurun sitesini ziyaret ettim. Bazı fotoğraflarını çok beğendim. Bu fotoğrafta onlardan bir tanesi.
Bu arada linkwithin'i kullanmak istiyorum ama 3 tane göstersini işaretleme rağmen alt alta 6 tane gösteriyor. Daha önce böyle bir sorunla karşılan var mı aranızda. Birde olayı nasıl çözdünüz. Şimdiden bilgileriniz için teşekkür ederim.
Farkında Olmalı İnsan...
Bu arada linkwithin'i kullanmak istiyorum ama 3 tane göstersini işaretleme rağmen alt alta 6 tane gösteriyor. Daha önce böyle bir sorunla karşılan var mı aranızda. Birde olayı nasıl çözdünüz. Şimdiden bilgileriniz için teşekkür ederim.
Farkında Olmalı İnsan...
Tuesday, January 11, 2005
2006T RÜYASI- TUSCANY
Mayıs veya Hazira aylarının ilk haftasında Italya'nın Tuscany bölgesinde Fiat Uno ile yapacağım yolculuğa sizlerde davetlisiniz efendim....Mystic şatolarında, datilini, currvette, fusilli, fafalline, fantasie Ghiotte makarnalarını yerken ve yanında Lamberti soave classico, pinot grigo, bionco di custoza, merlot delle venezia şaraplarından herhangi birini yudumlarken sadece ve sadece yeşil kadifeyi seyredeceğim...
Wednesday, January 5, 2005
About
.
Search This Blog
About Me
Translate
Popular Posts
-
Kız kulesi ve haakkındaki efsaneler: Kızkulesi'nin ulaşılmazlığı nedeniyle, insanlar onun içinde yaşanılanlar hakkında çok fazla bil...
-
Bugün, sizlere iş yerimin bulunduğu Kurtuluş semtini anlatmak istiyorum. Aralık ayının başından itibaren caddeyi gören odamınkarşısındaki ...
-
Dün biraz bahs ettmiştim... Atrium yolunda çektiğim fotoğraflardan... Bugün Zeynep'in sayfasında bahar dalı fotoğrafı gördüm...Çok güze...
-
19 Mayıs tatil olunca bizede uzun haftasonu tatili yapmak kaldı. Hemen plan yapıldı. Bozcaada da bir bağevi ayarlandı, dönüş yolunda ...
-
Istanbulda yarim santim kar yagdi herkes felegini sasirdi... Eski kayitlarima baktim 2006' 2010 yillarinda kar yagmis...Allahtan cok sey...
-
Bektaşağa göleti bir mesire yeri. Araya Sinop hapishanesini ekledim ama öncesinde Bektaşağa göletinde nefis bir kahvaltı yaptık. Göletin et...
-
Kapı, pencere çekmeyi pek seviyorum. Bozcaada da bunun için çok uygundu. Eski Rum mahallesinde kendimi pek bir kaybettim Japon turistler gib...
-
Düğün törenim tam istediğim gibiydi. Ailem, dostlarım ve arkadaşlarımla tam planladığım gibi gerçekleşti. Ahmet Altan geçen günkü bir yazısn...
-
Dünkü gezi sırasında çok değişik kuşlar gördük. Ama ibibik kuşunu görür görmez neden daha güzel bir fotoğraf makinam yok ki dedim.Yerden h...
Yasal Uyarı
Fotoğrafların korunması konusu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.84′de düzenlenmiştir. "Bir işareti, resim veya sesi, bunları nakle yarıyan bir alet üzerine tesbit eden veya ticari maksatlarla haklı olarak çoğaltan yahut yayan kimse, aynı işaretin, resmin veya sesin 3 üncü bir kişi tarafından aynı vasıtadan faydalanılmak suretiyle çoğaltılmasını veya yayımlanmasını menedebilir.
Fotoğrafların telif hakkı acupofcaffeine aittir. İzinsiz kullanımı durumunda her türlü yasal yola başvurulacaktır.
Blog Archive
geziyorum
Labels
- adalar (34)
- adana (1)
- akyaka (1)
- alaçatı (7)
- almanya (2)
- Amsterdam-Belçika (3)
- ankara (3)
- antakya (1)
- Antalya (10)
- assos (1)
- avusturya (9)
- ayvalık (4)
- baden baden (1)
- bafa gölü (2)
- batum (2)
- bodrum (1)
- bolu (2)
- bozcaada (3)
- bulgaristan (1)
- bursa (12)
- çatalca (7)
- çeşme (2)
- chios (4)
- Çıralı (5)
- colmar (1)
- cumalıkızık (1)
- cunda (5)
- dalyan (1)
- datça (7)
- doğu karadeniz (4)
- efes (1)
- eqisheim (1)
- fethiye (4)
- foça (3)
- Fransa (21)
- geziyorum (486)
- göcek (2)
- Gökçeada (6)
- gölyazı (2)
- greece (4)
- hiç. (1)
- iğneada (4)
- ispanya (11)
- ist (1)
- İstanbul (152)
- İstek-hikaye (2)
- italya (22)
- izmir (2)
- iznik (4)
- kapadokya (12)
- karadeniz (6)
- karagöl (1)
- kıbrıs (6)
- ku (1)
- kutlama (1)
- lavanta (1)
- likya yolu (5)
- linklerim (2)
- manyas (1)
- manyas kus cenneti (4)
- marmaris (1)
- okuyalım öğrenelim (27)
- ondan bundan birazda benden (351)
- pamukkale (1)
- polonezköy (3)
- Prag (3)
- romanya (1)
- safranbolu (3)
- sanatsal etkinliklerim (51)
- sapanca (1)
- Semtler (58)
- side (4)
- sinop (6)
- şirince (1)
- sofya (1)
- taraklı (2)
- tasarım (3)
- türkiye (181)
- uçmakdere (1)
- Ukrayna (9)
- urla (1)
- yalova (1)
- yaşam (14)
- yeme içme (1)
- yemeklerim (13)
- yunanistan (10)
sevdiklerim
mutfaktan nefis kokular geliyor
Yeni Eklenenler
Search this blog
Followers
Powered by Blogger.
Copyright (c) 2010 A CUP OF CAFFEINE. Design by WPThemes Expert
Blogger Templates, Grocery Coupons and Daily Fantasy Sports.