Thursday, December 29, 2005

Pera-Beyoğlu Bölüm-1

Eskiden Haliç'in kuzey karşı yakasında bulunan ve yerleşim alanı olmayan alana "karşıyaka", "öte" anlamına gelen Pera'dan kaynaklanan "Peran Bağları" deniliyormuş.
Beyoğlu adının ortya çıkmasına ilişkin çeşitli rivayetler var.Bunlardan birisine göre; Beyoğlu adı, Fatih Sultan Mehmed zamanında Pontus prenslerinden Aleksios Kommenos'un islamiyeti kabul ederek burada oturmasından kaynaklanır. İkincisine göre ise; burada oturan Pontus prensi değil, Kanuni zamanındaki Venedik elçisi Andre Giritti'nin oğlu Luigi Giritti'dir. Türkler'in "Bey Oğlu" diye andıkları bu adam,elçinin bir Rum kadınla evlenmesinden dünyaya gelmiştir. Oturduğu konakta Taksim yakınında bir yerdedir. Diğer birine göre ise; Kanuni Sultan Süleyman döneminde burada oturan Vendedik elçisine yazışmalarda Beyoğlu dendiği için bu semt de Beyoğlu adını almıştır.
Haaaaaaaaaaa... bana sorocak olursanız ikinci hikaye kulağa daha hoş ve doğru geliyor. Nede olsa içinde aşk var... vs.vs...:-)
Pera adı, 1952'de resmi yazışmalardan çıkarılmış ve gittikçe unutulur hale gelmiş. Hoş benim gönlüm Beyoğlu'nun Pera olarak anılmasından yana... Bugün, mork soğukluğundaki beyaz floresan aydınlatmanın ve ucuz görünümlü vitrinlerin yerine, yeniden günbatımının sarılığını veren, çiçekler sarkan ferfoje sokak lambalarının, ahşap çerçeveli resim tablosu gibi vitrinlerin, İstiklal caddesinde yer almasını arzu ediyorum. Yılda anlamsızca iki kez sökülen beton gri kaldırım taşlarının yerine Arnavut kaldırımlarının olmasını hayal ediyorum... Her 100 mm'lik kare taşta sivri topukların çıkardıkları melodileri duymak istiyorum. Arnavut kaldırımı deyince de bir şarkı sözü geldi aklıma Demet Sarıoğlu'nun seslendirdiği "Biten sevgilerin ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam, her sözde her gözde şefkat aramam Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa, Giden aşklarımın ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam, Her sözde her gözde şefkat aramam,Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa
Dün seni gördüm rüyamda,Arnavut kaldırımlı boş sokakta, Ah bir dili olsa da bir konuşsa, Anlatırdı masumca seni bana,Öpsem bebek gözlerinden çok ağlatırlar
Sarsam seni kollarımdan bir gün alırlar,Sevsem seni doyasıya yıpratırlar
Bir sürü kuru gürültü parçalar sevgimizi,Ey kader böyle mi olmalı solmalı sevgililer
Giden aşklarımın ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam Her sözde her gözde şefkat aramam Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa Dün seni gördüm rüyamda" hhhhhmm
Neyse dönelim Beyoğlu'na... Galatasaray Lisesinin hastane Tıbbiye-i Adliye-i Şahane", Tüyap'ın Tiyatro, Turkcell Binası'nın otel olduğunu biliyormuydunuz. Yada Aslı Han'ın Krepen ve Çiçek Pasajınında iş merkezi olduğunu... Yolculuğa hazırsanız başlayalım...!!!
Galatasaray Lisesi
1831-1862 yılları arasında Galata Sarayı sultanisi tarafından bir tıp okuluna dönüştürülmüş ve adı Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olmuş. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra da, 2. Mahmut tarafından içinde bir hastane yapılarak Tıbbiye Mektebi olarak açılmasına karar verilmiş. O zamanlar Çanakkale cephesinden çok sayıda yaralı asker İstanbula geliyormuş... Pierre Loti'nin "Bezgin Kadınlar" romanının kahramanlarından olan Zinnur ve Cevat Paşa'nın kızı Emine Semiye Hanımlar gönüllü hemşire olarak burada çalışıyorlarmış. Dönemin önemli hekimlerinden Besim Ömer Paşa tarafından yönetiliyormuş. Ve bugün karşımızda Galatasaray Lisesi... Ne garip bir dönem savaş yaralılarının tedavi edildiği hastane, diğer bir dönemdede kaybolan çocukları için gösteri yapan annelerin yeri...Bugün bahçesi ile ve görkemli süslü kapısı ile İstiklal de geçmişini koruyan ender yerlerden bir tanesidir. Galatasaray Lisesi ....devam edecek...

Wednesday, December 28, 2005

PERA-BEYOĞLU


bugün sizlere beyoğlunu anlatacaktım... Kitapları, internet'i karıştırdıkça tarihin içinde kayboldum gittim. Öğrendiklerimi özetleyeyim dedim olmadı. Hepsini paylaşmak, anlatmak istiyorum. O yüzden şimdilik resimleri gösteriyorum ve ileride bölüm bölüm Beyoğlunu anlatacağım...
Tabi çok sevdiğim İstanbul için yazılan bir şiiride şuraya eklemeden edemeyeceğim...

Yazan:Ziya Osman Saba
İstanbul
Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.

Geliyor Boğaziçi'nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.

Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım!

Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.

Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.

Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul'um benim,
Kadıköy'ü, Üsküdar'ı...

Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar'da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel'in kokusunu.

Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
"İçi dolu çamaşır."

Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Herşey içimde, herşey,
İstanbul yadigarı.

Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir

Tuesday, December 27, 2005

TATAVLA... KURTULUŞ


Bugün, sizlere iş yerimin bulunduğu Kurtuluş semtini anlatmak istiyorum.
Aralık ayının başından itibaren caddeyi gören odamınkarşısındaki evlere bakıyorum, hepsi ışıl şıl çam ağaçlarını süslemişler camlara noel babalarını asmışlar ve hele bir tanesi var ki... camda merdivenlere tırmanan bir noel baba süper...görülmeye değer...Gelelim konumuza...
Bu azınlıkların evlerine bakınca acaba geçmişte nasıl yaşamışlar, buralarda neler yapmışlar diye düşündüm ve tarih araştırmasına giriştim.
Pangaltı’nın bulunduğu tepeden güneye doğru inen bir dere yatağı varmış bu dereyatağının batıdan ve güneyden çevirdiği tepelere Aya Dimitri tepeleri denirmiş. Bu isim 16.yüzyılda yapılan Rum-Ortadoks kilisesinden geliyormuş. Sonraları burada tavlalar (at ahırları) yapılınca, semt, ahırları simgeleyen tatavla adını almış ve Cumhuriyet’te isimlerin Türkçeleştirmesine kadar da bu isimle anılmış.
Tatavla’nın ilk halkının tersanelerde çalışması nedeniyle tersaneliler olarak anılmaya başlamışlar. Sonralarıda çeşitli mesleklerle ilgilenmeye başlamışlar. Tatavlalı ayakkabı yapımcıları çok ünlüymüş, hatta beyoğlunda bazı tatavlalıların ayakkabılarını satan dükkanlar varmış.Tatavlalıların bir de tulumbacıları ünlüymüş, yangın söndürmedeki başarıları ağızdan ağıza konuşuluyormuş, gazetelerde övgü dolu sözlerle anlatılıyormuş.
Paskalya yortusundan önceki perhiz döneminin ilk Pazartesi, Tatavla’da ünlü Baklahorani panayırı yapılırmış. Tüm yörelerden gelenler olurmuş, eğlenceler düzenlenirmiş ve sadece perhiz yemekleri ve özellikle de bakla yenirmiş. O yüzden panayıra Baklahorani denirmiş.
Ahhhh...ahhhhh...O zamanlarda yaşamak varmış. Bakla en sevdiğim yemeklerden bir tanesidir. Hele favaya bayılıyorum. Sevgili Demet arkadaşım ısrarla ona yaptığım favanın tadını unutmayarak beni bu konuda fava pişirmeye zorlasa da uzun bir müddet hiç şansı olmayacak....
Neyse dönelim Tatavla’ya...
Tatavla’nın spor kluplerinin ünü yurt dışında da çok yaygınmış. 1908’de kurulan Astir adlı futbol takımı, İstanbul en ünlü takımlarından birymiş.
Sanat etkinlerininde önemli bir yeri varmış. 1911’de kurulan Amfion adlı müzik merkezinin mandolin orkestraları ve koroları İstanbulun çeşitli yerlerinde konserler verirmiş.
Cumhuriyet’e kadar sakinlerinin büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyormuş, Erminler ve az miktarda Yahudilerin de yaşadığı Tatavla, Kurtuluş olduktan sonra bu özelliğini biraz daha korumuş fakat ne yazık ki zamanla yitirmiş. Neden acaba demeden edemiyorum... Canım Türkiyem ve canım insanlarım benim...
Neyse bugün camımdan bakarken bu ailelere ait izler görüyorum ve mutlu oluyorum...

Sizlere karşılaştırmanız için eski ve yeni hallerinin resmini göstereyim... Yeni halinin resmi bugün iş yerimden bana hediye gelen yeni digital fotoğraf makinemle çekilmiştir. Bilginize...
Haaaaaaaaa... Bu arda yarın Beyoğlu ve Teşvikiyeyi anlatıcağım çünkü en sevdiğim yerler...!!!

Thursday, December 22, 2005

YAŞAMDAN DAKİKALAR

Bugün yaşamdan dakikalardan bahs etmek istiyorum... Perşembe günleri TV8... Sunay Akın, Haşmet Babaoğlu,Hıncal Uluç ve Nebil Özgentürk’ün birlikte hazırladıkları nefis bir sohbet programı(ben keyif programı demek istiyorum)... Neden keyif demek istediğimi anlatayım... Çünkü herşey hakkındaki bilgiyi yılların birikimine sahip bu insanlardan değişik yorumlarla dinliyorum... Arada sırada Hıncal Uluç’un beyaz tahtaya bir mısra karalaması ve Haşmet Babaoğlu'nun yorumuyla o mısrayı dinlemek, kitaptan okumaktan çok farklı...
Her Perşembe akşamı yayınlanıyor ve Pazar günü öğleyin tekrarı oluyor yaşamdan dakikaların... Bu programı dinlerken şöyle bir iç geçiriyorum... Acaba Canım Türkiyemdeki insanların %40’ı böyle bir birikime sahip olsaydı ülkem nasıl olurdu? Neyse fantastic düşüncelerimden kurtarayım kendimide size dün akşam onlardan öğrendğim birkaç şeyden bahs edeyim. Aziz Nesin yaşasaymış bugün tam 90 yaşında olacakmış...tabiki bende onu bugün anmak istiyorum ve onun bir şiirini şu araya sıkıştırıyorum...

YASIYORUM DEMEK
Çok merak ediyorum kendimi
Basima bir sey mi geldi
Öldüm mü kaldim mi
Hiçbir haber yok kendimden

Bu sabah kapimi çaldým
Kapiyi açan kendim
Bir süre kendime baktim
Bu güleç yüz bendim

Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yasiyorum demek
Benden baska yok kimsem
Beni merak edecek
Aziz NESiN

Sonra Nürünberg’de dünyanın en büyük ve en eski oyuncak müzesinin olduğunu öğrendim. Bu şehir nazilerin yaptıkları soykırımlarla ve enginizasyon mahkemeleri ile tanınıyormuş. O karanlık günleri unutturmak ve şehrin imajını değiştirmek için bir oyuncak müzesi kurulmuş. Bu oyuncak müzesinin sembolü bir tavşan. Ama sıradan bir tavşan değil bu. Turuncu bir tavşan. Albert Dürer tarafından 1502 yılında çizilmiş “a young hare” isimli tavşanın ta kendisi bu.Böylece Nürünbergliler Dürer’in tablosunu kullanrak hem resamlarını ölümsüzleştiriyorlar hemde şehirlerinin karanlık yüzünü aydınlatıyorlar. Bu ünlü tavşanın resmini de size göstermeden edemeyeceğim.


Dürer aynı zamanda bir gergadanın da resmini çizmiş. Hemde sadece halkın arasında efsane olan ve onların anlatımlarından edindiği bilgilerle.. Bence bir insan hiç gergadan görmeden bir gergadanı bukadar güzel çizebilir.


Evet son olarak da King Kong filmi… Bu filimin neden bukadar bir hayran kitlesi olduğunu ve gişe rekorları kırdığını biliyormusunuz?
1929 yılları bunalım döneminden çıkan Amerika bu filmi yapmaya karar vermiş. Neden mi çünkü o dönemler de Darwin’in teorisinin okullarda okutulması büyük bir olay olmuş. Gelin görünkü bende dün yine aynı tartışmayı Radikal gazetesinde okudum. Yıllar demek ki bazı düşünceleri yok edemiyor. Ben King Kong filmine geri döneyim yine… İşte bu Darwin’in teorisini hoş göstermek için bu filmi çevirmişler. Filimde bir gorili sarışın kıza aşık etmişler. Biliyormuydunuz gorilin parmağıyla kızı sevmesi bugüne kadar çevrilmiş en erotik sahneymiş. Hoş 1976 yıllarındaki King Kong sadece aşk olayını anlatmış Ozamana kadar da bir sürü sahtesi çevrilmiş. Bugün yine gösterimde ve yine büyük olay yaratıyor… Ha bana soracak olursanız ben anlamam bir gorilin insana olan aşkını. Bana bir insanın diğer bir insana duyduğu aşk lazım. Neyse son olarak Aziz Nesin’in aşk üzerine yazdığı bir şiirle noktalayım bugünkü yazımı…
Sevişirken yılan bile dokunmaz
Tapınmakta aşktan saygın olamaz
Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan uzak kalmak ölümden
Hep aşk üzre olmaslısın a caanım
Ki ölüm de sevişirken kıyamaz

Aziz Nesin

Thursday, December 15, 2005

Kış Gelsin artık


Lütfen kış gelsin artık... Boyumuza kadar kara gömülelim ve canım İstambulumun tüm yolları kapansın...İşyerleri ulaşılmaz olsun...Her mevsimi olduğu gibi yaşamak güzel.Aralık ayındayız ve ben artık çam ağaçlarının üzerinde beyaz kar taneleri görmek istiyorum...

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html